Kapitalizm Müslümanlığı Bozar Mı?
[10 Aralık 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Geçen hafta Radikal gazetesinde “Asıl Tehlike Budizm Değil Kapitalizm” başlıklı bir haber vardı. Bu yargının sahibi ise, Radikal muhabirinin yoga hakkındaki sorularını cevaplayan ilahiyatçı Prof. Dr. Salih Akdemir'di. Aslında bu tartışma, belki takip etmişsinizdir, Malezya Fetva Konseyi Başkanı'nın bir uzakdoğu disiplini olan yoganın İslam'a uymadığını söylemesiyle başlamıştı. Oysa Prof. Akdemir'e göre, bir ruh ve beden eğitimi olan yoga, çoktanrıcılığa dair ögeler içermedikten sonra, bırakın İslam'la çelişmeyi, onun değerlerine son derece uygundu.
Yoga konusunda Prof. Akdemir'e tümüyle katılıyorum. Dahası onun aktardığı “Bilgelik müminin yitik malıdır; nerede bulursa bulsun, o, ona herkesten daha layıktır” mealindeki hadisin de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu perspektifi kaybeden bazı Müslümanlar, “gavur icadı” her şeyi peşinen reddetme yoluna giriyorlar ki, bu da İslam dünyasının ufkunu daraltıyor.
Peki ama yoga konusunda gösterdiğimiz açık görüşlülüğü kapitalizmden niye esirgeyelim?
Bir başka deyişle, kapitalizmin nesi İslam'a aykırı?
Bazı okurların bu soruya, “nesi mi aykırı, her şeyi aykırı” diye cevap vereceğini ve sonra da şuna benzer bir şeyler diyeceğini tahmin edebiliyorum: “Kapitalizm, açgözlülüğü, acımasızlığı, sömürüyü, paraya tapmayı meşrulaştırır. İslam'da ise kanaatkârlık, paylaşma ve sosyal adalet vardır.”
Önce solcu kesimde üretilmiş sonra da İslami kesimde yankı bulmuş olan bu ezber, Türkiye'de çok yaygındır. Ama bir o kadar yanlıştır. Kuşkusuz açgözlülük, acımasızlık, sömürü ve paraya tapma kötü şeylerdir ve İslam'a da aykıdır. Ama kapitalizm bunlarla özdeş değildir ki... Bir kapitalist, bu kötü özelliklere olabileceği gibi, ahlaklı ve erdemli bir insan da olabilir. Aslında kapitalizmi yaratanlar da, Max Weber'in “kapitalizmin ruhu” hakkındaki ünlü çalışmasında ortaya koyduğu gibi, ikinci tipte, yani ahlaklı ve hatta ahlakçı Hıristiyan dindarlardır.
Bu konudaki kafa karışıklığını en iyi tespit edip eleştiren isimlerden biri, değerli iktisatçı ve sosyolog merhum Prof. Dr. Sabri Ülgener'di. “Din ve Zihniyet” adlı eserinde şöyle diyordu:
“Kapitalist zihniyet, Max Weber'e göre, birçoklarının sandığı gibi hudutsuz bir kazanma ve sömürme hırsı demek değildir. Öylesi tarihin her devrinde görülmüştür. Batı kapitalizmi için yeni olan, düzenli bir ‘meslek' çatısı altında rasyonel-metodik çalışmayı kendine vazgeçilmez bir hayat ilkesi ve felsefesi haline getirmiş, tüketim ve gösterişten çok tutum ve hesaplılık tarafına yatkın vazife ve iş adamıdır.”
İşte bu “vazife ve iş adamı”nın zenginliği, solcu söylemdeki ezberin aksine, toplumun geri kalanı için bir kayıp ve “sömürü” değildir. Aksine, bu sayede istihdam yaratılır, yeni iş imkanları ortaya çıkar. Zenginleşme, kuşkusuz toplumun önce bir kesiminde başlar, ancak giderek geri kalanına yayılır.
Bu süreçte ortaya çıkan gelir dağılımı eşitsizliği ise, kısmen sosyal devlet tarafından, ama ondan daha da etkili biçimde sivil toplum eliyle hafifletilir. İslamiyet'in büyük önem verdiği ve “zekat” yoluyla kurumsallaştırdığı hayırseverlik de, bu ikincisini teşvik etmektedir zaten. İçinde bulunduğumuz Kurban Bayramı da bir yönüyle bu hayırseverliğin bir parçası değil mi?
İslam dünyasının kalkınması, işte bu şekilde “sosyal” yönü de olan bir “Müslüman kapitalizmi”nin gelişmesiyle mümkün olacak. Zaten bunun en iyi örneğini de, özellikle Turgut Özal'dan bu yana, Türkiye'de yaşıyoruz. Bu yol, doğru yol. “Solcu ezber” ile önünü tıkamamak lazım.