Cihanda Sulh, Yurtta İç Savaş
[24 Eylül 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün cesur ve başarılı bir diplomatik adım atarak Ermenistan'a gittiği günlerde, Başbakan Tayyip Erdoğan şöyle demişti:
“Üç tarafı denizlerle, dört tarafı düşmanlarla çevrili bir ülke kompleksi artık geride kalmıştır. Bu kompleksle hareket eden bir Türkiye artık yok.”
Gerçekten de AK Parti hükümeti, ve eski bir AK Partili olan Sayın Cumhurbaşkanı, bugüne dek Türkiye'nin dış politika komplekslerini kırmak, ona özgüven ve açıklık kazandırmak yönünde çok iş yaptılar. Ben, en baştan beridir, Prof. Ahmet Davutoğlu tarafından ifade edilen bu yeni vizyonu beğendim ve destekledim. “Hamas'la görüşme krizi” gibi taktik düzeyde bir kaç sorun yaşansa da, gerek “komşularla sıfır sorun” stratejisi, gerekse Türkiye'yi pro-aktif bir bölge gücü haline getirme siyaseti, doğruydu. Bugüne kadar da çok iyi sonuçlar verdi.
Ancak etrafı için bir güven ve istikrar sembolü haline gelen Türkiye, kendi içinde şiddetle çatışmayı sürdürüyor. Hatta denebilir ki Türkiye kadar derin ve “sistemik” kavga yaşayan ülke pek az. 1950'lerde Demokrat Parti ile CHP arasında başlayan ana gerilim hattı, bugün de AK Parti ile CHP ve “bir kısım medya” arasında sürüyor. Dahası buna eklenen Kürt sorunu, Alevi sorunu, milliyetçilik-enternasyonalizm çatışması gibi bir sürü ek fay hattı daha var.
Ben, bu kadar kavgalı bir ülke oluşumuzda Tek Parti döneminin büyük sorumluluğu olduğunu düşünüyorum. Eğer “halk için, halka rağmen” diye bir rejim kurar ve onu böyle yaşatmaya devam ederseniz, kendisine “rağmen” hareket ettiğiniz kesimlerin “elinize sağlık, ne iyi yaptınız” demesini bekleyemezsiniz. Onlar da elbette doğal haklarına kavuşmak için mücadele edecek, “öz vatanında parya” olmayı kabul etmeyeceklerdir. Siz eski usullerde direttikçe de kavga büyüyecektir.
Dolayısıyla Tek Parti'nin “çocukları” epey bir vebal taşıyor. Bu kesimin akl-ı selimleri, “neden bu Öteki Türkiye bize karşı öfkeli” derken, sadece 3-5 yıllık bir dönemin değil, 80 yıllık bir “dışlama” ve “aşağılama”nın hasadını topladıklarını fark etmeli. Malum medya kesimleri, Başbakan'ın kendilerine neden tepkili olduğunu anlamak için, onu “Tayyip” diye saygısızca andıkları günleri, hapis yattığı dönemden “kapatma davası”na kadar yaşadığı her haksızlık karşısında takındıkları hasmane tavrı hatırlamalılar.
Ancak Başbakan'ın, AK Parti'nin ve aslında herkesin görmesi gereken bir başka gerçek daha var: Tüm bu kavgadan sonuçta Türkiye zararlı çıkıyor. Hiç bitmeyen bu sinir harbi ve söz düellosu, ülkenin enerjisini tüketiyor, milyonların ömrünü törpülüyor. Dolayısıyla kavgayı aşmak, hepimiz için gerekli. Bu kavgada haklı olduğunuzu düşünseniz bile (ki aslında hemen her kavgada herkes biraz haksızdır), meseleyi “tatlıya bağlamak”, herkes için hayırlı.
Peki bu iş nasıl olacak? Birisinin “artık yeter, kavgayı bırakalım, anlaştığımız noktaları bulalım, anlaşamadıklarımızda da anlaşmamaya anlaşalım” demesi lazım. Gerçi ne “Türk siyaseti”nin ne de “Türk medyası”nın genleri, böylesi adımlar atmaya pek uygun değil. Ama yine de ümit kesmemek gerek.
Burada en büyük sorumluluk da, şu anda en büyük inisyatife sahip olan hükümete düşüyor. AK Parti, önce “Milli Görüş gömleğini” çıkarak, sonra da pek çok yerleşik “Türkiye kompleksi”ni kırarak büyük bir devrim gerçekleştirdi. Eğer bir de “klasik Türk siyasetçisi gömleğini” çıkarır, gerilimleri yatıştıran, kendi taraftarlarını cesurca sorgulayan ve hiç bir şaibeye yer bırakmayan bir siyaset geliştirirse, daha da büyük bir iş başarmış olur.
Unutmayalım ki “sulh”un en elzemi yurtta kurulandır. Ve en büyük “cihad”, sufilerin dediği gibi, nefse karşı verilendir.