[22 Eylül 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Başbakan Tayyip Erdoğan ile Doğan Grubu arasında gelişen polemik hakkında bugüne kadar pek bir şey yazmadım. Çünkü tartışılan konuların detayları hakkında hemen hiç bir şey bilmiyordum. Ne “Hilton arazisi” hakkında bilgim vardı, ne de Almanya'daki Deniz Feneri'nin nasıl bir kuruluş olduğundan haberdardım.
Ancak Deniz Feneri'nde gerçekten de yolsuzluk yapıldığı Alman mahkemesinin kararıyla ortaya çıktı. Bu, hiç bir şekilde hafife alınmaması gereken büyük bir skandal. Ve karşımıza “din sömürüsü” gerçeğini bir kez daha dikiyor.
Evet, laikçi yazarların dilinden düşmeyen din sömürüsü bir gerçektir, tarih boyunca var olmuştur. Din, çok büyük bir kutsal olduğu için, pek çok insan ona büyük önem verir ve uğrunda fedakarlıkta bulunur. Ve her devirde bu fedakarlığı kendi menfaatleri yönünde devşirenler çıkar. Zaten peygamberlerin bir mücadelesi de bu istismara karşıdır.
İncil'i okursanız, Hz. İsa'nın en çok eleştirdiği şeyin bu olduğunu görürsünüz. Bir yerde şöyle der: "Uzun kaftanlar içinde dolaşmaktan, meydanlarda selamlanmaktan, havralarda en seçkin yerlere ve şölenlerde başköşelere kurulmaktan hoşlanan din bilginlerinden sakının. Dul kadınların malını-mülkünü sömüren, gösteriş için uzun uzun dua eden bu kişilerin cezası daha da ağır olacaktır."
Kuşkusuz İslam dünyası içinde de böylesi ikiyüzlü “şeyh”ler, “hoca”lar veya “dini kuruluşlar” var. Zaten işte zaman zaman bunların skandalları da ortaya çıkıyor.
Bu durum karşısında dindarların yapması gereken, gözü kapalı bir “Müslüman dayanışması” göstermek değil. Aksine, “içeriye” eleştirel bakabilmek ve Müslüman etiketi taşısa da bu dinin ilkelerine aykırı davrananlara “dur bir dakika” diyebilmek lazım.
Unutmamak gerekir ki İslamiyet “kabileci” değil, “hakçı” bir dindir. Müslümanın da herhangi bir “cemaat”e değil, ilahi ilkelere sadakat göstermesi gerekir.
Bu arada din sömürüsüyle bu şekilde yüzleşirken, laikçilerin propagandasına da gelmemek gerek. Onların yaptığı, bir takım din sömürüsü örneklerinden yola çıkarak, tüm sivil dini oluşumları karalamak. Bir kaç sahte “hoca”nın marifetini kullanarak “hacı-hoca takımı” diye damgaladıkları bütün dindar kesime savaş açıyorlar. Oysa sivil dini oluşumlar içinde istismarcı yöneticiler olduğu gibi, kendini dine samimi olarak adayan ve onun uğrunda sayısız fedakarlıkta bulunanlar da vardır.
Belki bu konuda basit bir kıstas almak için bu insanların özel yaşamlarına bakabilirsiniz. Lüks ve ihtişam içinde yaşayanlar olduğu gibi, mütevazi ve kanatkar bir hayat sürenleri de göreceksiniz. Öte yandan, dini sömürenlerin sadece sivil cemaat ve tarikatların içinden çıkmadığını da görmek gerekir. Tarihte olduğu gibi bugün de din sömürüsünün en âlâsını siyasi otoriteler yapar.
Hatta kendine “laik” sıfatını yakıştıran kimi devletler bile, işlerine geldiğinde, dini kavram ve değerleri kendi siyasetlerine alet ederler. Ve yine görmek gerekir ki sömürüye açık olan tek değer din değildir. Aksine, insanların yücelttiği, kutsallaştırdığı her şey kolayca sömürü kaynağı haline gelebilir.
Nitekim Türkiye'de din kadar, hatta belki daha çok, başka değerlerin istismarı yapılmaktadır: “Vatan-millet sömürüsü” veya “Atatürk sömürüsü” gibi.
Tüm bunları en aza indirgemenin yolu ise sivilleşmek, şeffaflaşmak ve hayırseverliği sadece “güven” değil aynı zamanda “kayıt” esasıyla yürütmektir.