Şeker Mi, Ramazan Mı?
[28 Eylül 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Tüm okurların bayramını en iyi dileklerimle kutlarım. Adına her ne diyorlarsa...
Bu “bayramın adı” meselesi son yıllarda gündeme geldi. Geçen hafta da Sayın Başbakan “o, Şeker Bayramı veya ‘tatil' değil, Ramazan Bayramı” diyerek konuyu bir daha gündeme taşıdı.
Tartışmanın mantığı açık: “Ramazan Bayramı” dediğinizde, daha İslami bir dil kullanmış, Ramazan ayının kutsallığına atıfta bulunmuş oluyorsunuz. “Şeker” kelimesinde aynı vurgu yok. Hele bir de “tatil” diyorsanız, artık Ramazan'la, oruçla, dinle hiç ilgisi olmayan üç günlük bir “kaçamak” süresinden bahsediyor olmalısınız.
Peki bu kavramlardan hangisi kullanılmalı?
Ben bu tip soruların hepsinde, “herkes neyi istiyorsa onu kullansın” deme eğilimindeyimdir. Burada da farklı düşünmeyi gerektiren bir durum görmüyorum. Ama bunun yanında herkesin kendi kullandığı kavramı yaygınlaştırmaya çalışma hakkı da vardır. Kimseye zorla kavram dayatamazsınız, ama “bir dakika, kullandığınız kavramın doğrusu şudur” diye hatırlatma ve öneride bulunabilirsiniz.
Belki bu tip tartışmaların sadece bizde yaşanmadığını fark etmek aydınlatıcı olabilir. Benzer bir gerilim bir süredir de ABD'de “Noel” konusunda yaşanıyor. Hz. İsa'nın doğum gününe tekabül ettiğine inanılan 25 Aralık, Hıristiyanlar için “kutsal” bir gün. Ama ülkenin laik kesimi bir süredir 25 Aralık'ı “Noel” (Christmas) değil, sadece “tatil” diye anmaya başladı. Bazı şirketler ve medya kuruluşları “mutlu Noeller” yerine “mutlu tatiller” demeyi tercih etti. Bu ise muhafazakar Hıristiyanları alarma geçirdi. “Noel'e karşı başlatılan savaş”tan yakınıyor, popüler kültüre din-dışı bir dilin hakim olmasına karşı çıkıyorlar.
Türkiye'de de popüler kültürün din-dışı hale getirilmesi, Ali Bulaç'ın deyimiyle “dinin itibardan düşürülmesi” yönünde bir çabanın var olduğunu düşünüyorum. Türk sinemasında ve özellikle de mizahında bu yönde pek çok gönderme vardır. Köyün imamı, gaddar “ağa” ile işbirliği yapan fena bir adamdır. Tasvir edilen görgüsüz, cahil, kaba-saba insanlar, genellikle İslami etiketler taşır. İsimleri bile anlamlıdır. Gülünç tipler “İnek Şaban”, “Avanak Avni” veya “Arap Kadri”dir. Buna karşılık Ozan, Çağan, Berk gibi “çağdaş” isimler taşıyan gençler hep “havalı”dır.
Muhafazakar kesim, bu “itibardan düşürme” kampanyasına karşı durma hakkına elbette sonuna kadar sahip. Ancak bunu paranoya boyutuna da taşımamak gerek. Bu açıdan “Şeker Bayramı” kavramının altında illa Ramazan'a karşı bir reddiye yattığını düşünmüyorum. Topluma bakarsanız, tüm Ramazanı oruçlu geçiren pek çok dindarın da “Şeker Bayramı” kutladığını görebilirsiniz. Meseleye ak-kara gözlüğüyle bakmak yanlış olur.
Ve elbette en büyük yanlış bayramın temel espirisini atlamak olacaktır. Her dini gün gibi bayramın da birinci amacı, bize, varlığımızı kendisine borçlu olduğunu Yüce Allah'ı hatırlatmaktır. Ramazan'ın yirmi dokuz uzun gününü aç karnına geçiren bir mümin, kara topraktan fışkıran sayısız “besin”in aslında kendisine bahşedilmiş birer “nimet” olduğunu anlamalı ve buna şükretmelidir.
Bayramın diğer temel esprisi de dostlukları güçlendirmek ve kırgınlıkları tamir etmektir ki, bu konuda toplumsal düzeyde siyasi düzeye kıyasla çok daha başarılı olacağımıza kuşkum yok. Siyasi düzeyde, Meclis Başkanı Sayın Toptan'ın dediği gibi, “iki gün kavga etmesek”, yeter...