Vietnam'dan Kapitalizm Dersleri
[1 Ekim 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
HO CHI MINH CITY - 1975 yılının Nisan ayı, Vietnam için bir dönüm noktasıydı. Komünist Kuzey Vietnam ordusu, 16 yıl süren kanlı bir savaştan sonra, Amerikan yanlısı Güney'in başkenti Saigon'u ele geçirmişti. Amerikalılar geride kalan son vatandaşlarını helikopterlerle apar-topar kaçırırken, muzaffer “Vietcong” birlikleri de Güney'deki hükümetin merkezi olan Başkanlık Sarayı'na tanklarla girdi.
O yıl “Yankiler” Vietnam'dan tümüyle kovuldu. 1950'lerden beri adeta bir “Amerikan üssü” olan Saigon'a, Kuzey'in efsanevi lideri Ho Chi Minh'in ismi verildi. Ve 80 küsur milyon nüfuslu bu egzotik ülkede, içine kapalı ve merkezden kontrollü bir komünist rejim kuruldu.
Ama komünizm “karın doyurmayacak” ve bir süre sonra da Vietnam yönetimi bunu görecekti.
Bu satırları yazarken tam da 1975 Nisanında kapıları tanklarla parçalanan Başkanlık Sarayı'nın yanında yükselen modern bir binanın kafeteryasında oturuyorum. Başkanlık Sarayı'nın adı artık “Birlik Sarayı” ve tepesinde kızıl renkli Vietnam bayrağı dalgalanıyor. Ziyaretçilere de “Amerikalı emperyalistlerin vatandan nasıl kovulduğu” anlatılıyor. Ama dışarı çıkınca karşınıza Kentucky Fried Chicken gibi Amerikan mamulü fast-food restoranlar, alabildiğine kapitalist “mall”lar (alış veriş merkezleri), ve aklınıza gelecek her türlü yabancı marka ile karşılaşıyorsunuz. Çünkü Vietnam, aynen kuzey komşusu Çin gibi, “dışa açılma” ve adını koymasa da “kapitalistleşme” politikası izliyor.
Her şey 1986 yılındaki “doi moi” (yenilenme) politikası ile başlamış. Vietnam o zamana kadar devletin her şeye el koyduğu ve herkesin eşit derece fakir olduğu tipik bir komünist ülke iken, yavaş yavaş “kollektivizasyon”dan geri adım atılmış. Yönetim, çiftçilere tarlalarını geri vermiş ve tarım fiyatlarını serbest bırakmış. Asıl devrim ise 2000 yılında gelmiş: Yerli ve yabancı şirketlere tam serbestlik tanınmış, gümrük duvarları kaldırılmış ve bir “borsa” kurulmuş. O gün bu gündür Vietnam hızla kalkınıyor. Geçen yılın büyüme oranı yüzde 7.5. Yabancı yatırımcılar büyük kentlerde şirketler kurarken yabancı turistler de ülkenin tropik kıyılarına akın ediyor. Ve bu sayede giderek daha fazla Vietnamlı hizmet ve bilişim gibi modern sektörlerde iş buluyor. Rakamlar, geçen 10 yıl içinde nüfusun üç birinin “fakirlik sınırı”nın üstüne çekildiğini gösteriyor. The Economist dergisinin geçenlerde ülkeyi “Asya'nın Öteki Mucizesi” diye tanımlaması, boşuna değil.
Ülke siyasi olarak hala “komünist”. Başkent Hanoi'nin kalbi hala Ho Chi Minh'in dev anıt mezarı. Dahası kentte gezinirken karşınıza orak-çekiç sembolleri, Lenin heykelleri ve sosyalizmin alamet-i farikası olan dev işçi posterleri çıkıyor. Ama bu “görüntü”nün ardında, başarılı bir “kapitalist kalkınma modeli” işliyor.
Türkiye'deki sosyalist, ulusalcı ve bilumum “üçüncü dünyacı”ların buradan çıkarması gereken dersler var. Bu çevrelerde hala yabancı sermayenin ülkeyi sömüreceği veya lüks tüketimin fakirlere zarar vereceği gibi önkabuller var. Oysa tüm bunlar, refahın yerkürenin zengin kesimlerinden aşağıya doğru yayılmasını sağlıyor. Fakir bir sahil kentinin yanına açılan lüks tatil köyleri, o yöredeki binlerce insana yeni “ekmek kapıları” açıyor. Rahmetli Menderes'in 1950'lerde dile getirdiği “her mahallede bir milyoner” ilkesi, doğru. O milyoner, girişimciliğiyle, giderek mahallenin geri kalanına da yayılacak bir zenginleşmenin motoru oluyor.
ABD'deki krize bakarak “liberal ekonominin çöktüğüne” hükmetmek yanlış. Bilakis gayet iyi işliyor. İnanmıyorsanız, gelin Vietnam'a bakın.