Obama'nın Ayak Sesleri
[3 Kasım 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
WASHINGTON - Amerikan başkentindeki işlek bir caddenin üzerindeki bir kafedeyim. Dükkanın girişinde mekan tutmuş ve hemen her geçene “günaydın, bir dakikanız var mı” diye soran zenci bir kadın, harıl harıl “Obama propagandası” yürütüyor.
Az önce yanından geçerken bana da sordu, “afedersiniz bayım, oy verecek misiniz” diye. “Yok,” dedim, “Amerikan vatandaşı değilim, onun için oy veremiyorum.” İstifini bozmadı. “Peki dedi, verecek olsaydınız, kimi seçerdiniz?”
“Tabi ki Obama” dedim. Sevindi, teşekkür etti ve ekledi: “Tanrı seni korusun kardeşim.”
Bu güleryüzlü bayan, son haftalarda Demokrat başkan adayı için gönüllü seferber olmuş yüzbinlerce Amerikalı'dan sadece biri. Sekiz yıllık Bush iktidarından dünyanın geri kalanı gibi son derece bunalmış olan bu Yeni Dünyalılar, bu sıradışı başkan adayını Beyaz Saray'a taşımak için canla-başla çalışıyor. Yapılan kamuoyu yoklamaları da umutlarını güçlendiriyor. Çünkü yapılan her ankette Obama rakibi McCain'e fark atıyor. Ben bu satırları seçime iki gün kala yazıyorum ve burada hemen herkes, büyük bir sürpriz olmazsa, ipi Obama'nın göğüsleyeceğine kesin gözüyle bakıyor.
ABD'de, malum, iki büyük parti var: Cumhuriyetçiler ve Demokratlar. Bunlar, kabaca bir tanımla, Avrupa'daki “merkez sağ” ile “merkez sol”a karşılık geliyor. Her iki partinin de asla fikir değiştirmeyecek yeminli taraftarları var. Ama bir de “ortada” duran geniş bir kitle mevcut. Bu kitlenin sekiz yıllık Cumhuriyetçi fiyasko sonucunda Demokratlara kayması zaten bekleniyordu. Ama görünen o ki Obama bu oyların çoğunu toplamakla kalmadı, geleneksel bazı Cumhuriyetçilerin bile fikrini değiştirdi. Bush'un ilk döneminde Dışişleri Bakanlığı yapan emekli general Colin Powell'dan aldığı destekte görüldüğü gibi...
Bu başarıda Obama'nın karizmasının rolü büyük. Dinleyicileri etkileyen, kitlelere umut, güven ve heyecan veren bir lider. Hatta taraftarlarının onu adeta bir “Mesih” (yani kurtarıcı) gibi algıladığına dair eleştiri karışık yorumlar yapılıyor. Üslubu mükemmel: Hem sakin, hem de kendine güvenli. Hem ciddi, hem de sıcak. Dahası, karşı taraftan gelen “belden aşağı” saldırılara karşı dilini bozmuyor, seviyesini düşürmüyor.
Aslında muhafazakar (dolayısıyla Cumhuriyetçi) biri olmasına rağmen son aylarda fikrini değiştiren New York Times gazetesi köşe yazarı David Brooks şöyle diyor: “Obama tüm kampanya boyunca bir kez bile sinirlenmedi, bir kez bile kontrolünü kaybetmedi, bir kez bile basitleşmedi.”
Bu sıradışı liderin seçimi kazanması, tüm dünya için iyi haber olacak. Çünkü Bush yönetiminin yanlışlarını gören ve yerden yere vuran Obama, daha ılımlı bir dış politika izleyeceğini, başta İran olmak üzere herkesle diyaloğa açık olacağını, Irak işgali gibi facialara girişmeyeceğini açık açık söylüyor.
Türkiye'de bunu görenler kuşkusuz var. Ama gönülleri McCain tarafından yatanlar da var. Bunların bazıları, Türkiye'deki demokratikleşme sürecinden ve özellikle de AK Parti iktidarından çok rahatsız olan, buna karşı üç beş neo-con ile kurdukları ittifakın bozulmaması için Cumhuriyetçi yönetimin sürmesinden yana olanlar. Böyle bir kötü niyet taşımayan diğer bazı yorumcular ise, McCain'in Ermeni Soykırımı tasarısı veya Irak politikası gibi konularda Türkiye'yi daha iyi “anlayacağını” düşünüyor.
Oysa bence bu konularda Obama (ve yardımcısı Biden) da Beyaz Saray'a gelince “realist” davranacak, eskisinden farklı bir politika izlemeyecektir. Ama Amerika ile dünya arasındaki ilişkiye getirecekleri olumlu hava, Türkiye'nin de yararına olacaktır.
O nedenle, buz gibi soğuk havaya rağmen bir saattir hala kapıda duran “Obama gönüllüsü” zenci hanıma dediğim gibi, umarım Obama kazanır. Ve tüm dünya daha rahat bir nefes alır.