Şu Çılgın Müslümanlar
[29 Ekim 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Son yıllarda epey ideolojik ve bir o kadar da çarpıtılmış bir “popüler tarih yazımı” ortaya çıktı. Kurtuluş Savaşı ve onun doğal sonucu olan Cumhuriyet, sanki bugünkü ulusalcıların öncülleri tarafından kazanılmış gibi gösteriliyor. CHP'nin kendini Cumhuriyet ile özdeşleştiren ucuz söylemi ortada. Kitapçıların “çok satanlar” listesine bakınca da, Milli Mücadele'yi “iç ve dış düşmanlar”a karşı verilmiş Kemalist bir savaş gibi gösteren çiğ başlıklar dikkati çekiyor. Bu literatüre itibar ederseniz, Kürtlerin, İslamcıların, “hacı ve hocaların” “hain” olduğunu pekâlâ zannedebilirsiniz.
Eğer böyle zannederseniz de fena halde aldatılmış olursunuz. Çünkü Milli Mücadele, gerçekte Türkiye topraklarındaki tüm Müslüman unsurların bir arada verdiği bir “mücahede”dir. Bu işin kahramanlarını tanımlamak için de “Şu Çılgın Türkler” yerine “Şu Çılgın Müslümanlar” demek daha doğru olacaktır.
Bunun böyle olduğunu en iyi bilen kişi, Milli Mücadele'nin lideri olan Mustafa Kemal Paşa'ydı. Onun içindir ki 1 Mayıs 1920 tarihli Büyük Millet Meclisi konuşmasında şöyle demişti:
"Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürt değidir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep (oluşan) anasır-ı İslamiye'dir, samimi bir mecmuadır.... Bu mecmuayı teşkil eden her bir unsur-u İslam... yekdiğerinin her türlü ırki, içtimai, coğrafi hukukuna daima riayetkârdır."
Zaten Milli Mücadele'nin neredeyse tüm söylemi İslami kavramlara dayanıyordu. Mustafa Kemal Samsun'a çıktıktan sonra Anadolu halkını “din ve vatan uğrunda açılacak mücadeleye” davet etmiş, “Türkler ve Kürtler'in Makam-ı Hilafet etrafında sarsılmaz bir vücut halinde” olduklarını duyurmuştu. Bu mesaj o denli yankı bulmuştu ki, Diyarbekir Müdâfâ-i Hukuk Cemiyeti'nin reisi olan Cemilpaşazade Mustafa Bey, Mustafa Kemal Paşa'nın “mehdi” olduğuna kanaat getirmiş ve bu mesajı çevresine yaymaya başlamıştı.
Kuşkusuz Ankara hükümetine karşı isyanlar da oldu; ama bunlar herhangi bir dini veya etnik gruba mâl edilemeyecek, yerel çıkarlardan doğan tepkilerdi.
Milli Mücadele, sadece Anadolu değil, dünya Müslümanlarının da desteğini aldı. Evet, Arapların bazıları (tümü değil) bağımsızlık vaadiyle I. Dünya Savaşı'nda İngiliz safına geçmişti. Ama İslam dünyasının genelinin kalbi Türkiye'deki dindaşlarının zaferi için atıyordu. Hint Müslümanları arasında gelişen Hilafet Hareketi, büyük meblağlarla para toplayıp Ankara'ya gönderdi. Prof. Azmi Özcan'ın Osmanlı, İngiliz ve Hint arşivlerinde yıllarca çalışarak yaptığı araştırma, altkıtadan Türkiye'ye ulaşan bu yardımın 6 milyon sterlini bulduğunun gösteriyor ki, bu muazzam bir rakamdır. Fakir Hindistan'ın fakir Müslümanlarının büyük özverisini gösterir.
Ama ne yazık ki tüm bunlar kısa sürede unutuldu. Dahası unutturuldu da. Varlığını büyük ölçüde Müslüman inancına ve değerlerine borçlu olan Cumhuriyet, şaşırtıcı bir “u dönüşü” yaparak, “çağdaşlık” adına İslamiyet'e ve Osmanlı'ya tavır aldı. O nedenle de benimsediği laiklik anlayışı, “efkâr ve itikâdât-ı diniyeye hürmetkâr” olan Terakkiperver Fırka'nınki gibi olmadı. Hayran olduğu Fransız Devrimcilerininki gibi sert ve baskıcı oldu.
85. yılını kutladığımız şu günde umuyorum ki artık Cumhuriyet'in olgunlaşma, gerçeklerle yüzleşme ve yaraları sarma zamanı gelmiştir. Kuşkusuz laiktir ve laik kalmalıdır. Dahası üniterdir ve üniter de kalmalıdır. Ama bu nitelikler, mütedeyyin, Kürt ve tüm diğer itilmiş vatandaşlarıyla barışmak için atması gereken adımlara engel değildir. Yeter ki geçmişteki hatalardan ders çıkarılsın. Yeter ki biraz ezber bozulsun.