Türkçe Yazılar

Tarikatlar Olmadan Demokrasi Olmaz

[27 Ağustos 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı] Son haftalarda ülkemizin iki keskin laikçi kalemi tarikatlara odaklandı. Önce Vatan yazarı Mehmet Tezkan, "Tarikatların etkin olduğu ülkede demokrasi olmaz” diye başlık attı. Ardından Hürriyet yazarı Özdemir İnce de ona katıldı, hatta hızını alamayıp “Türkiye'nin en büyük düşmanı tarikatlardır” deyiverdi. Her iki yazarın da ortak görüşü, tarikatların “birey”i ortadan kaldırdığı, bireyin olmadığı yerde de demokrasinin yeşeremeyeceğiydi. Her ikisi de liberalizm karşıtı olan bu yazarların konu tarikatlardan açılınca birden bire liberal bir dille “bireyci” kesilmeleri karşısında insanın gözleri yaşarıyor. Ama bu, fena halde yanıldıklarını tespit etmeye engel değil. Önce, kendilerine katıldığım tek bir nokta var, onu söyleyeyim: Tarikatlar gerçekten de çoğu zaman bireyselliğe izin vermez, birey yerine “cemaat”i ön plana çıkarır. Bireyselliğe değer veren bir insan olarak da, bunu pek tasvip ettiğimi söyleyemem. Her insanın tek başına Allah'a karşı sorumlu olduğunu öğreten İslamiyet'in de aslında bireyselliğe yakın durduğunu düşünürüm. Ancak bu durum, tarikatların demokrasiye engel olduğu anlamına gelmez. Çünkü demokrasi, her vatandaşın kendini birey olarak tanımlamasını gerektirmez. Aksine demokrasi, herkes vatandaşın, kendini her ne şekilde tanımlıyor ise o şekilde siyasi sisteme dahil olması anlamına gelir. Bizim laikçilerin anlamadığı şu: Demokrasi, bir toplumda “olması gereken”den değil, hali hazırda var olandan yola çıkılarak kurulur. Tarikatlar ve dini cemaatler toplumun bir gerçeğidir. Bunları yasaklayarak, tehdit ederek veya yok sayarak demokrasi değil ancak diktatörlük kurabilirsiniz. Diyebilirsiniz ki, “bazı tarikatlar çok tutucu, Ortaçağ hayatı sürüyor.” Buna karşı ilk söylenmesi gereken, “Ortaçağ hayatı sürme”nin de bir özgürlük olduğudur. ABD'de bizdeki en tutucu tarikatlardan bile daha “eski kafalı” olan, modern teknolojiyi ve hatta elektriği reddeden Amishler, seçtikleri “yaşam biçimi”ni özgürce sürdürür, çocuklarını da aynı esaslar üzerinde yetiştirir. Eğer bir Amerikalı entelektüele, “Amishleri, Mormonları, Baptistleri toplumdan kazıyıp herkesi zorla laikleştirmedikten sonra demokrasi olmaz” derseniz, sizin akıl sağlığınızdan şüphelenebilir. İkinci söylenmesi gereken de, tarikatların “Ortaçağ”dan çıkıp modernleşmelerini diliyorsak, bunu ancak “daha fazla yasak”la değil, “daha fazla özgürlük”le sağlayabileceğimizdir. Zaten hali hazırda süregiden “dini modernleşme”nin önünü daha da açmanın yolu, serbestlik, şeffaflık ve ekonomik gelişmedir. Meselenin bir diğer kritik yönü ise, “bireyselleşme”nin önünü kesen şeyin sadece dini tarikatlar ve cemaatler olmadığıdır. Alabildiğine “laik” olan Sovyet rejimi de bireyi yok etmiş, onu devletin ve resmi ideolojinin bir “aygıtı” haline getirmişti. Aynı gözle Türkiye'ye baktığımızda, bireyselleşmenin önünün belki başka her şeyden çok devlet ve resmi ideoloji tarafından kesildiğini söyleyebiliriz. “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” gibi toplu yeminler, “Atam, sen de kalk da ben yatam” gibi vecizeler üreten bir siyasi kültürün, bireysellikle pek alakası olmadığı kesindir. Peki buna bakıp ne diyeceğiz? “Kemalist öğretinin var olduğu bir toplumda demokrasi olmaz mı” diye ahkam mı keseceğiz, Mehmet Tezkan ve Özdemir İnce'nin yaptığı gibi? Hayır, demokratik toplumda dini tarikatlar gibi laik tarikatların da yeri vardır. Ama demokrasinin sağlanabilmesi için, bunlardan hiç birinin “resmi ideoloji” olmaması, devletin “nötr” kalması gerekir. Bu açıdan da Türkiye'deki sorun, dini değil, laik tarikatlardır. Sisteme egemen olup kendi dünya görüşlerini ve yaşam biçimlerini herkese dayatanlar onlardır çünkü.
All for Joomla All for Webmasters