Solcuların Ergenekon'la İmtihanı
[28 Temmuz 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Geçenlerde posta kutuma düşen bir e-mailde şöyle yazıyordu: “Doğru işi yanlış insanlar yapıyor. O nedenle kuşku içindeyiz.” Kast edilen “doğru iş,” Ergenekon soruşturması, “yanlış insanlar” ise bu soruşturmaya destek çıkan AK Parti hükümetiydi. Mesajı gönderenler, kısacası, “devlet içindeki çeteler ortaya çıksın tabii, ama bu işi ‘İslamcılar' yapmasın, çünkü onlara güvenmiyoruz” demeye getiriyordu.
Bu yaklaşım medyanın da önemli bir kesimine hakim. Bir çok “solcu” kalem, AK Parti'ye ve genel olarak muhafazakarlara karşı duyduğu tepki yüzünden Ergenekon davasını hafife alma eğiliminde. Muhafazakarların (veya tercih ettikleri deyimle “İslamcılar”ın) demokratikleşmeye katkı sağlayamayacağına, bu işlerin ancak kendileri gibi “ilerici” Türkler tarafından başarılabileceğine inandıkları için, hep şikayetçisi oldukları “derin devlet”e karşı açılan ilk büyük hukuki mücadeleye dudak büküyorlar.
Oysa “derin devlet”i ilk kez ciddi bir şekilde hesaba çeken siyasi iradenin muhafazakar bir iktidar olması gerçekte hiç tesadüf değil. Dahası, “ilerici” Türklerin buradan çıkarması gereken önemli bir ders de var.
Önce şunu görmek lazım: Ergenekon örgütünün ideolojisinin özünde, Türkçülük, laikçilik ve otoriter rejim tutkusu yatıyor. Bu sentez ise, aslında “resmi ideoloji” dediğimiz şeyden çok da uzak bir şey değil. Zaten o yüzden resmi ideolojinin Türk siyasetindeki tescilli temsilcisi olan CHP, Ergenekon'un “avukatlığına” soyunmuş durumda. Aslında CHP, “ideolojik yönden kendimize yakın bulsak bile, suça karıştığı için bu yapıyı reddediyoruz” diyebilir ve dolayısıyla ilkeli davranabilirdi. Ama bizi hiç şaşırtmayarak öyle yapmadı.
Dolayısıyla ülkenin ana muhalefeti Ergenekon'un üzerine gitmek şöyle dursun, elinden geldiği kadar onu savunmaya çalışıyor. Üçüncü parti olan MHP, diğer pek çok konuda olduğu gibi bunda da CHP'den daha iyi, ama yine de kendi ideolojik duruşu ve gelenekleriyle sınırlanıyor.
AK Parti ise tam da CHP'yi tümüyle kuşatan MHP'yi ise kısmen etkileyen “devletçi” geleneğin dışında olduğu için, Ergenekon'un ve benzeri yapıların üzerine gidebilecek zihinsel formasyona sahip. Hani bize hep “AK Parti'nin rejimle sorunlu olduğunu, bir türlü uzlaşamadığını” söyleyenler var ya... İşte bu partiyi değerli, önemli ve “reformcu” kılan da bu. Söz konusu “rejim”, demokrasiyi ve özgürlüğü tehdit olarak algılayan, kendi halkına kuşkuyla bakan otoriter bir rejim. Bu rejimin ideolojisinin dışına çıkabilmeniz lazım ki, onu eleştirip reforme edebilesiniz. “İlerici” Türklerin dudak büktüğü ve hatta tehdit olarak gördüğü muhafazakar değerler, işte AK Parti'ye tam da bu çetin iş için gereken “omurga”yı kazandırıyor.
Bu durum, aslında AK Parti'yle sınırlı olmayan, ondan önce var olduğu gibi muhtemelen ondan sonra da var olacak toplumsal bir yapının ürünü: Türkiye'deki demokratikleşme mücadelesinin motorunu muhafazakar kitleler ve onların oy verdiği merkez sağ partiler oluşturuyor. İdris Küçükömer bunu onyıllar önce görmüş ve “Türkiye'de sağ, soldur” demişti. Solculuklarının özünde demokrasi yatan Oral Çalışlar, Murat Belge, Ahmet Altan gibi kalemler, işte bu yüzden bugün doğru safta.
Bir de solculuklarının özünde elitizm ve İslamofobi yatanlar var. Bunların gözünde başörtülü bir üniversite öğrencisi, Ergenekon'un bombalarından bile daha büyük bir tehdit. Bu yüzden de derin devlet ile “gericiler” arasında seçim yaptıklarında birincisine yönelmeleri pekala mümkün. En azından “eğer demokrasi lazımsa, onu da biz getiririz” demeye pek eğilimliler.
Kendilerine tavsiyem, “doğru işi yanlış insanlar yapıyor” deyip durmak yerine, “bu adamlar bu doğru işi yaptıklarına göre o kadar da yanlış olmayabilirler” diye bir durup düşünmeleri. Ama “ilerici”liğin dogmaları böyle aykırı fikirlere izin verir mi, onu bilemem...