'AKP'nin Hiç mi Günahı Yok?'
[23 Temmuz 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Milliyet'in dış haberler editörü Kadri Gürsel, geçtiğimiz pazar günkü "Cici AKP!" başlıklı yazısında beni eleştirdi. Daha doğrusu benim bir hafta önceki Newsweek dergisinde yayınlanan "Türkiye'ye Karşı Komplo" başlıklı yazımı yerdi. O yazıda söylediklerim, Sayın Gürsel'e göre, "bağımsız entelektüel olmadığımı" gösteriyordu. Çünkü "Türkiye'deki vesayet demokrasisini eleştirirken, AKP'nin de kıyasıya eleştirilmesi" kıstasına uymamıştım. Ergekon'u ve kapatma davasını kınarken, hükümetin hatalarını sıralamamıştım. Bunu yadırgayan Sayın Gürsel, "ilahi Mustafa Akyol, AKP'nin hiç mi günahı yok?" diye çıkışıyordu.
Bu, tabii, sadece Sayın Gürsel'in değil onun gibi düşünen daha pek çok yorumcunun yaklaşımı. Bunlar, özetle, "içinde bulunduğumuz krizin temel sebebi AKP'nin siyasetidir; en azından suçun yarısı ona aittir, dolayısıyla ona da yüklenmek gerekir” diyorlar. Bu çağrıya uymayan da “bağımsız entelektüel” olmamış oluyor.
İyi ama benim “entelekt”im (aklım) bana böyle buyurmuyor ki... AK Parti'nin elbette hataları var; ama bunlarla "yargısal" (yahut Ergenekonsal) darbeyi aynı kefeye koyup eşitlemeyi "objektiflik" saymıyorum ki...
“Demokrasi içindeki siyasi hatalar” ile, “demokrasiye yönelik saldırılar”ın birbirinden çok farklı kategoriler olduğu fikri, Sayın Gürsel'e yabancı olabilir. Ama bana değil. Örneğin 27 Mayıs'tan önce de rahmetli Menederes'in ve genel olarak Demokrat Parti'nin siyasi hataları olmuştur. Ama ben bir 27 Mayıs yorumu yaparken, “DP'nin hataları oldu, sonra öteki tarafın da bazı oldu, mesela darbe yapıp başbakan öldürdüler, eh n'apalım ülkemizde oluyor böyle karşılıklı tatsızlıklar” demiyorum.
Türkiye'nin “laikçi” kesimi, toplumun geri kalanı için, “onların oyu varsa bizim de arkamızda kapı gibi yüksek yargı ve ordu var” diye düşünmeye alışmış ve burada adil bir “denge” görmeye alışmış olabilir. Ben sanırım bu “Türkiye ucubesi”ne alışamamış olanlardanım.
Gelelim AK Parti'nin hatalarına... Bu hatalar elbette var ve şimdiye kadar da bazı yazılarımda bunları eleştirdim. Ama Sayın Gürsel gibi düşünen pek çok kimsenin “hata” diye saydığı pek çok siyaseti ben hiç de yanlış buluyorum. Başörtü yasağını kaldırmaya çalışmak da, imam-hatip okullarına eşit katsayı getirmeyi istemek de, laik devleti dini hükümler konusunda ahkam kesmek yerine “ulemaya danışmaya” davet etmek de, bence son derece doğruydu. Bu konulardaki sorun, AK Parti'nin temsil ettiği toplumsal taleplerde değil, bu talepleri hoyratça bastıran, demokratik dünyada eşi-benzeri bulunmayan otoriter “Türkiye laikliği”nde.
Bence AK Parti'nin tüm bu laiklik-din tartışmasındaki hatası, attığı siyasi adımlar değil, ama kimi zaman yeterince “yatıştırıcı” olamayan üslubuydu. Bu ise aslında sadece AK Parti'ye değil, aslında tüm Türk siyasetine zarar veren çatışmacı kültürün bir sonucu. Yine AK Parti için çokça söylenen adam kayırmacılık, kadrolaşma, yolsuzluk gibi problemler de, şu veya bu partiden ziyade, “Türk siyaseti”nin köklü sorunları. Sanırım AK Parti'nin en büyük hatası, bu köklü sorunların içine çekilmesiyle ve “iktidar yorgunluğu”yla paralel gelişen “Ankaralılaşma” süreci oldu.
Ancak hazır sözü “AKP eleştirisi”nden açmışken, bu partiye yöneltilen haksız suçlamaları da hesaba katmak lazım. Mesela Kadri Gürsel bence tam da böyle bir eleştiriyi, Ahmet Davutoğlu'nun “komşularla sıfır sorun” politikası için getirmiş, bunun “Türkiye'yi dengesiz biçimde Ortadoğu rejimlerine yaklaştırdığını,” ve “esas kazançlı çıkanın İran ve Suriye” olduğunu savunmuştu. (21 Ekim 2007 tarihli yazısında). Ama bugün “Davutoğlu stratejisi” sayesinde Kuzey Irak'la iyi bir diyalog kurduğumuzu, Suriye-İsrail görüşmelerine aracılık ettiğimizi, hatta İran-ABD yumuşaması için devreye girmeye hazırlandığımızı biliyoruz. Batılılar da Türkiye'nin rolünden pek memnun. “Bağımsız entelektüel” duruşa buradan bir özür borcu çıkmıyor mu?