Kürdistan'ı Nasıl Bilirsiniz?
[12 Temmuz 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
13 Aralık 1847 tarihinde yayınlanan bir Osmanlı kanunnamesinde, imparatorluk bünyesinde bir “Kürdistan” vilayetinin kurulduğu bildiriliyordu. Merkezi Ahlat olan vilayet, Diyarbekir, Muş, Van, Hakkari, Cizre, Botan ve Mardin'i kapsayacaktı. Bu “Osmanlı Kürdistanı” 1864 yılına kadar devam etti. O yıl Diyarbekir ve Van merkezli iki ayrı vilayete bölündü.
Zaten bugün “Türkiye'nin güneydoğusu” veya “Irak'ın kuzeyi” dediğimiz bölgeler, Osmanlı kayıtlarında yüzyıllar boyu “bilad-ı ekrad”, yani “Kürt beldeleri” olarak anılmıştı. Osmanlılar, coğrafi bir bölgenin, üzerinde yaşayan insanların etnik kimliği ile adlandırılmasında bir sorun görmüyordu. Devlet-i Aliye-i Osmaniye, çok etnisiteli, çok dinli ve çok kimlikliydi.
Bunları “Kürdistan” kelimesinin zihnimizde yarattığı çağrışımları biraz sorgulamak için söylüyorum. Bizler, “Osmanlı sonrası” insanlar olarak, o dönemde normal ve meşru kabul edilen bazı kavramları hayret ve hatta dehşetle karşılıyoruz. Eğitim sistemimiz hepimizin zihninde “temiz sayfa” açtığı ve sonra da onu belirli bir ideolojiyle doldurduğu için, bu “sayfa”nın dışında kalan gerçeklere şaşırıyoruz.
“Kürt” veya “Kürdistan” kelimeleri karşısında duyduğumuz alerji, bunun en çarpıcı örneği. Eğitim sistemi, Türkiye sınırları içinde Kürt kimlikli vatandaşların da yaşadığı, bunların özgün bir dilleri ve kültürleri olduğu konusunda bize hiç bir bilgi vermiyor. Liseden mezun olan bir Türk vatandaşı, bu gerçek hakkında hiç bir şey öğrenmiyor. 11 yıllık eğitim boyunca “Kürt” kelimesini duyduğu tek yer, Milli Mücadele yılllarındaki “zararlı dernekler” arasında adı geçen “Kürt Teali Cemiyeti”. “Kürdistan” kelimesini ise sadece Sevr Anlaşması'na eklenmiş bir madde olarak öğreniyor. Zihinlere kazınan izlenim şu: Kürtler'den veya Kürdistan'dan bahsedenler, ancak Türkiye'yi bölmek, “Sevr komplosu”nu diriltmek isteyenlerdir.
Geçen hafta sonu düzenlenen 17. Abant Toplantısı'nda yaptığım konuşmada bu konuya değindim. Dahası, “Kürtlerin yurdu anlamındaki Kürdistan, artık bütün Türkiye'dir, merkezi de İstanbul'dur” dedim. Bu yorum, tahmin ettiğim gibi, bazılarınca yanlış anlaşılmış. “Bölücü” bir söz gibi algılanmış. Oysa tam da bölücülüğe karşı çıkan, Türkiye'nin bütünlüğünü ve devletin üniter yapısını savunan bir yorumdu.
Demek istediğim şuydu: Türkiye'nin Kürt kimlikli vatandaşları var. Ve bunların en azından bazıları, tarihsel ve kültürel nedenlerle, bir
“Kürdistan” nosyonuna sahip. Nitekim bu yüzden Irak'ta da “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” kuruldu. Ancak Türkiye ile Irak arasında çok büyük bir fark var. Buradaki Kürt vatandaşlar, ülke geneline çok daha fazla entegre olmuş halde. Irak'taki Kürtlerin ezici çoğunluğu ülkenin kuzeyinde yaşıyor. Ama Türkiye'de Kürt vatandaşların neredeyse yüzde 60'ı Batı illerine yerleşmiş durumda. Bu yüzden Türkiye'de artık bir “Kürdistan bölgesi”nden söz etmek, bunu federatif bir formülle de olsa hayata geçirmeye çalışmak vahim bir yanılgı olur. Kürt vatandaşlarımızın yurdu, sadece güneydoğu değil, tüm Türkiye'dir.
Aslında görmemiz gereken şu: Kürtleri “Türkleştirmek” için 70 yıl boyunca yürütülen kampanya, hedefine ulaşamadı. Artık mevcut durumu kabullenmemiz ve ona göre düşünmemiz gerek. Türkiye'nin “bölünmez bütünlüğünü” korumanın tek yolu, onu farklı kimlikleri daha bir kucaklayan tam demokratik ve özgür bir ülke haline getirmek. Hem “Türkçülük” yapıp hem de ülke bütünlüğünü sürdürmek mümkün değil.