Tüm Dünya Laikçilerin Düşmanı Mı?
[2 Temmuz 2007 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt, geçen hafta Turkish Daily News gazetesine bir söyleşi verdi ve "biz Türkiye'de laikliğin tehlike altında olduğunu düşünmüyoruz" dedi. Aynı zamanda Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin de başkanı olan İsveçli politikacı şöyle konuştu:
"Avrupalı gözlemcilerin hiç biri, Türkiye'de bu konuda kendilerini rahatsız eden bir şey görmüyor. AK Parti'nin başörtü konusunda attığı adım, Avrupa standartları açısından gayet normaldi. Bizim gördüğümüz şey, normal bir demokratik reform sürecinden ibaret."
Bildt, Avrupa açısından asıl "anormal" olanın kapatma davası ve ordunun siyasetteki rolü olduğunu da belirtti.
Evet, "Avrupalı bakışı"yla Türkiye böyle gözüküyor. Ama biliyoruz ki Türkiye'de "Avrupai yaşam tarzı"na tutkun olanların büyük çoğunluğu, "laiklik elden gidiyor, AKP kapatılsın!" havasında.
İyi de bu büyük "algı uçurumu" nereden geliyor?
Belli ki Avrupalıların "laiklik" derken kast ettikleriyle, bizdeki "laikçiler"in kafasındaki birbirinden çok farklı. Avrupalılar, laikliği toplumdaki farklı inanç ve yaşam biçimleri karşısında tarafsızlık olarak anlıyor. Bizimkiler ise, "laik yaşam biçimi" diye adlandırdıkları bir şeyi herkese dayatmaktan söz ediyorlar. Avrupa'daki laiklik demokrasinin bir unsuru. Bizdeki laiklik ise demokrasinin alternatifi.
Türk laikçileri, Avrupa ile aralarındaki bu algı uçurumuna iki farklı açıklama getiriyor. Aralarından daha “Avrupa görmüş” olanları, “Batı'nın bizi anlamadığı”, Türkiye'nin özel şartlarını kavramadığı, hatta daha açık konuşmak gerekirse “İslamiyet'in ne kadar tehlikeli bir din olduğunu” fark etmediği iddiasında. Daha içe kapalı laikçiler, ya da yaygın deyimle “ulusalcılar” ise, Avrupa'yı saflıkla değil hinlikle suçluyor, “ılımlı İslam komplosu” gibi kendi uydurup kendi inandıkları teorilerle tatmin buluyor.
Enteresandır ki hiç birinin aklına, “acaba bizde bir hata olabilir mi”, “sakın bizim laiklik anlayışımızda bir sorun olmasın” gibi sorular gelmiyor. Böyle “vesveselere” kapılmak, “Cumhuriyet'in temel nitelikleri” hakkında alternatif yorumlara kapı aralayacağı için, “sapkınlık” sayılıyor. Bu yorumlar dış dünyadan gelince de, tüm bu dış dünya gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde oluveriyor.
Durum aslında ünlü “Temel fıkrası”ndaki traji-komediye benziyor. Hani bir gün Temel otoyolda yanlış şeride girmiş ve ters yönde ilerlemeye başlamış. O sırada radyodan acil anons yapılmış: “Tüm sürücüler, dikkat, otoyolda bir araç yanlış yönde hareket ediyor.” Temel ise sinirlenmiş: “Ne bir tanesi, hepsi yanlış yönde!”
Buradaki “Temel”in sahip olduğu “cehalet temelli aşırı özgüven”, bizdeki laikçilerin de ortak özelliği. Bu cehalet ise “öğretilmiş” bir şey ve kaynağında dogmatik bir “düşünce sistemi” yatıyor. Sistemin tek bir kuralı var: Kemalist ideolojinin hatasızlığını bir “veri” olarak kabul etmek, başka her şeyi buna göre değerlendirmek. Yani bu ideolojnin bağlıları, “hayatta en hakiki mürşit ilimdir” lafını dillerinden düşürmeseler de, aslında “hayatta en hakiki mürşit Kemalizm'dir” ilkesiyle hareket ediyor. İş, Kemalizm'in sorgusuz-sualsiz kabulü ile başlıyor, “akıl ve bilim” ondan geliyor. Ama “akıl ve bilim”in bizzat Kemalizm'i sorgulamak için kullanılmasına izin yok. Öyle yapanlar “hain,” “iç düşman” veya “satılmış” oluyor.
Buna “Atatürkçü düşünce sistemi” diyenler de var. Oysa “Atatürkçü düşünmeme sistemi” dense daha doğru olur. Düşünmenin önüne set çekiyor çünkü.
NOT: Dün, Ergenekon soruşturması kapsamında 25'e yakın önemli isim gözaltına alındı. Bu soruşturmanın iddianamesi bir an önce hazırlansa ve suçlama ve deliller hakkında kamuoyuna bilgi verilse iyi olacak. Aksi halde bunun “siyasi” bir soruşturma olduğu görüşü ağırlık kazanabilir.