Asya'nın Yükselişinden Türkiye'ye Dersler
[30 Haziran 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Biz, “Anayasa Mahkemesi'nden hangi karar çıkacak da memleketin hali ne olacak” diye fal bakıp önümüzdeki 2-3 ayı bile göremezken, başkaları dünyanın 50 yıl sonrasını öngörmeye çalışıyor. Yaptıkları analizlerin merkezinde de başta Çin ve Hindistan olmak üzere Uzak Asya'lı ülkelerin yükselişi var.
Bu konu, Batılı düşünce merkezlerinde giderek daha fazla tartışılıyor. Dünyanın en etkili uluslararası politika dergisi sayılabilecek olan Foreign Affairs, Mayıs/Haziran 2008 sayısında Singapurlu akademisyen Kishore Mahbubani'nin “The Case Against the West: America and Europe in the Asian Century” (Batı Karşısındaki Argüman: Asya Yüzyılı'nda Amerika ve Avrupa) başlıklı çarpıcı bir makalesini yayınladı. Batı'nın dünyayı anlamak ve yönlendirmekte giderek daha fazla zorlandığını ve “güven erozyonu”na uğradığını anlatan
Mahbubani, bu durumun, ekonomik yönden zaten yükselişte olan Uzak Asya için siyasal bir kulvar açtığını anlatıyordu. “Asya yüzyılı” gibi iddialı bir vizyon sunan böyle bir makalenin Foreign Affairs gibi bir Amerikan dergisinde yayınlanması, kayda değer bir durum.
Aynı konuyu ele alan bir diğer önemli isim, Newsweek dergisinin dünyaca ünlü yorumcusu Fareed Zakaria. Hint kökenli bir Amerikalı olan Zakaria'nın yeni yayınlanan kitabının ismi oldukça çarpıcı: “The Post-American World,” yani “Amerika-Sonrası Dünya.” ABD'nin dünyadaki ağırlığının süreceğini ama “ötekiler”in de giderek yükseleceğini ve önemli rakipler haline geleceğini anlatan yazar, Amerikalıları bu rekabet karşısında yeni çözümler geliştirmeye davet ediyor.
Peki bütün bunlar Türkiye için ne anlama geliyor?
“Avrupa Birliği yerine Rusya ve Çin'e yaklaşalım” diyenleri haklı mı çıkıyor?
Hayır. Bizdeki “Rusya ve Çin” meraklılarının asıl derdi, kaplerindeki “kapalı rejim” sevdası. Oysa Uzak Asya'daki yükselişin sırrı, tam da böylesi kapalı rejimlerden uzaklaşarak kapitalizme ve serbest piyasaya geçişte yatıyor. Zaten mevzubahis olan Rusya değil, Hindistan ve Çin. Bunlardan birincisi gayet iyi çalışan bir demokrasi. İkincisi ise Mao'nun kanlı dikta rejiminden çıkabildiği için ilerlemeye başlamış, ekonomide başlattığı açıklığı bir süre sonra mutlaka siyasette de kabul etmek zorunda kalacak bir rejim.
Japonya, Güney Kore, Singapur gibi diğer Asya devlerinin yükselişi de hep kapitalizm, serbest piyasa ve dışa açıklık sayesinde. Fareed Zakaria tüm bu ülkeler için şu önemli yorumu yapıyor: “Bizim başarılarımızdan örnek aldılar ve bizim oyunumuzu oynamayı öğrendiler.”
Yani Batı dışındaki medeniyetler, komünistlerin ve diğer Üçüncü Dünyacılar'ın hep sandığı gibi Batı'ya alternatif modeller geliştirerek değil, aksine “Batı'nın oyununu öğrenerek” kalkınıyor.
Buradaki kritik bir gerçek de şu: Bu ülkeler “modernleşiyor” ama illa “Batılılaşmıyor”lar. Bizdeki gibi kılık-kıyafet veya alfabe devrimi yapmak yerine, kendi geleneksel kültürlerini koruyor, ama onu bugüne taşıyorlar. Hindistan'a bakın mesela: Batı'nın bir kopyası olmak yerine, kendi “Bollywood”unu yaratıyor, geleneksel müziğinden küresel “hit”ler çıkarıyor. Çünkü önemli olan Batı'nın şekilsel bir “kopyası” haline gelmek değil, Batı'nın “oyunu öğrenmek.” Demokrasiyi, bireysel özgürlüğü, kapitalist girişimciliği, serbest piyasayı işletebilmek.
Merak ediyorum; acaba bundan yüz yıl sonra dünyanın en büyük gücü Uzak Asya olursa, bizim CHP'lilerin “çağdaşlaşma vizyonu” ne olur? “Asri milletler”e benzemek için Çin alfabesine geçmemiz, kimono giymemiz veya Hint müziği dinlememiz gerektiğini mi savunurlar? 80 yıldır hiç değişmediklerine göre, bir yüz yıl daha “aynı kafa”yla gitmeleri hiç sürpriz olmaz.