Türkçe Yazılar

Bu Mülkün Temeli Adalet Değil

[9 Haziran 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı] 1917'deki Ekim Devrimi'nden sonra Bolşeviklerin ilk işlerinden biri “devrim mahkemeleri” kurmaktı. Lenin'in 5 Aralık 1917'de yayınladığı talimatnamede işin mantığı şöyle açıklanıyordu: “Devrim mahkemelerinin amacı, devrimi korumak, karşı-devrim güçlerine karşı savaşmak... sermayedarların, tüccarların ve din adamlarının sabotajlarına karşı mücadele etmektir.” Yani bu mahkemeler, Sovyet vatandaşlarının haklarını değil, “devrim”i savunmak için kurulmuştu. “Devrim muhalifi” sayılan vatandaşları da cezalandıracaklardı. Epey tanıdık geliyor, değil mi?.. Hele de üstteki “sermayedar, tüccar, din adamı” kavramlarının yerine “gerici, tarikatçı ve bölücü” kelimelerini koyarsanız, “cuk” diye oturuyor. İşte, Anayasa Mahkemesi'nin yetkisini aşarak, yani hukuku açıkça çiğneyerek, üniversitelerde başörtüsü serbestliği sağlayacak anayasa değişikliğini iptal etmesinin sırrı burada yatıyor. Bizdeki yüksek yargı kurumları, aslında hala “devrim mahkemeleri”. “Tarafsız” olmaya bir türlü yanaşmamaları, bu yüzden. Üstlendikleri görevlerden biri, “karşı devrim” saydıkları demokrasiyi frenlemek. Arada bir demokrasiye inanan yargıçlar da çıkıyor elbette; ama sayıları pek az. Dolayısıyla, Türkiye'deki yüksek yargının hizmet ettiği en üst değerin “adalet” olduğunu söylemek epey zor. Hem “devrim”e hem de “adalet”e hizmet edemezsiniz ki... Eğer adalete hizmet ederseniz, tüm vatandaşları eşit görmeniz, onların haklarını eşit derecede korumanız şarttır. Oysa “devrim”e hizmet ediyorsanız, “karşı-devrimcileri” bastırmanız, tasfiye etmeniz, hatta darağacına yollamanız gerekir. Bu son seçenek, mâlum, Yassıada'da uygulanmıştı. Son yıllarda ise biraz daha “post-modern” yöntemler devrede. İşin en traji-komik tarafı, bugün Türkiye'de gerçekten “karşı-devrim” isteyen hemen hiç kimsenin olmayışı. Hiç kimsenin saltanatı geri getirmek gibi bir hedefi yok. “Dine dayalı devlet” sevenler, sosyal araştırmalara göre yüzde 7 civarında. Buna karşılık büyük çoğunluk sadece “din özgürlüğü” istiyor, inancından, kimliğinden ve kılık-kıyafetinden dolayı dışlanmamayı talep ediyor. Ama “devrim muhafızları”nın ve “devrim mahkemeleri”nin zihni o kadar donmuş durumda ki, en meşru hak taleplerini bile “tehdit” olarak algılıyorlar. Ve olan, hakları çiğnenen, özgürlükleri ellerinden alınan, ömürleri törpülenen milyonlara oluyor. Geçen Cuma günü bu milyonlarca “devrim mağduru”nun birinden, Sümeyye isimli bir lise ikinci sınıf öğrencisinden bir e-mail aldım. Şöyle diyordu: “Ben başörtülü, türbanlı, tülbentli, yaşmaklı, her neyse, işte bazılarına göre gayet anti-laik bir insanım. Anayasa Mahkemesi kararını açıkladığından beri kendimi ölmüş gibi hissediyorum. Önümüzdeki yıl ÖSS'ye girecektim. Hazırlıklara başlamıştım bile. Ders çalışıyordum. Hayata tek istediğim şey, üniversiteye girebilmekti. Ama artık hiç birşeyin önemi kalmadı. Tercih yapmak zorundayım. Ya kişiliğimden, değerlerimden, kim olduğumdan, inancımdan vazgeçeceğim, ya da hayallerimden. İçim öfkeyle dolu.” Eminim, Anayasa Mahkemesi'nin dokuz “iptalci” yargıcının etrafında, “elinize sağlık, devrimi korudunuz, cumhuriyeti kurtardınız” diyen bir sürü insan vardır. Ama acaba aldıkları kararla üniversite kapısı yüzlerine çarpılan böylesi onbinlerce genç kızın trajedisinden de haberleri var mı? Varsa, hiç içleri sızlıyor mu? Ve “mülk”ün temelini “devrim”e değil de adalete dayandırmak gibi aykırı fikirler, arada bir de olsa, akıllarına geliyor mu?
All for Joomla All for Webmasters