Din Özgürlüğü, Dini Bağnazlığın Çözümüdür
[4 Haziran 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Dışişleri Bakanı Ali Babacan haklı: Türkiye'de dini azınlıklar gibi dini çoğunluğun da özgürlüğü kısıtlı. Eğer tam din özgürlüğü olsaydı, cemaat ve tarikatlar serbest olur, “İslami okul”lar açılabilir, kimsenin de başörtüsüne karışılmazdı. Öyle bir Türkiye'nin caddelerinde yürürken “Nakşibendi Dergahı” tabelalı bir bina, yahut kapısında “Bismillahirrahmanirrahim” yazan özel bir “İslami Kolej” görebilirdiniz.
Biliyoruz ki bütün bunlar yasak. Bu yasakları koyanlar ve hatta daha da ilerletmek isteyenlerin ise çok bildik bir ezberi var.
“Eğer”, diyorlar, “bunları serbest bırakırsak, gericilik alır başını yürür.” Ondan sonra da tarikatlar içinde yaşanan kimi skandalları, “üfürükçü” hocaların hoş olmayan marifetlerini, ve genel olarak “dini bağnazlığı” anlatıp duruyorlar bize. Tabii bu işi yaparken epey “seçici” davranıyor, “canlı irtica karikatürü” gibi duran şahısları ön plana çıkarıyorlar. Ama öyle şahıslar, yani din adına hareket eden kaba-saba, görgüsüz, nezaketsiz, dahası “istismarcı” insanlar gerçekten de var.
Peki ama böyle bir sorun niçin var?
Eğer “en hakiki mürşit ilim” ise, cevabı komplo teorilerinde değil sosyal bilimlerde aramak lazım. Örneğin Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü'nde öğretim görevlisi olan Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak'a kulak vermek gerek. Türkiye'deki İslamiyet kültürü hakkında otorite kabul edilen Prof. Ocak, sorununun kökenini “İslam'ın, özellikle tasavvuf çevrelerinin varlığını gizlilik içinde sürdürmeye, başka bir deyişle yer altına inmeye mecbur edilmesi”nde görüyor. Şöyle yazıyor:
“[Baskının sonuçlarından biri]... vaktiyle imparatorluk devrinde, kendi siyasi, ekonomik, toplumsal, hukuki, sanatsal kurum ve değerlerini üreterek şehirli bir yüksek kültür yaratan İslam'ın, Cumhuriyet'le birlikte onu besleyen kurum ve değerlerin ortadan kaldırılmasıyla, yerini daha çok hurafeci bir nitelik arz eden, rafine bir üsluptan yoksun pOpüler İslam'a bırakması ve zaman içinde köylü(arabesk)leşmesi olmuştur”. (A. Y. Ocak, Türkler, Türkiye ve İslam, s. 114)
Aynı görüşü, din konusunda dünyanın en ünlü tarihçilerinden biri olan Karen Armstrong da paylaşır. İngiliz yazara göre, “Türkiye'de medreselerin kapatılması, İslam'ın daha eğitimli, sorumlu ve aklı başında formlarının zayıflaması” sonucunu doğurmuştur. (Armstrong, A History of God, s. 334)
Yani sorunun kaynağı, laikçilerin sandığı gibi tarikat ve cemaatlerin yeterince bastırılamamış olması değil, aksine fazlaca bastırılmış olmasıdır.
Bu baskı, sadece “köylüleştirme” sonucunu vermekle kalmamış, aynı zamanda “din sömürüsü”nün de yolunu açmıştır. Bugün kimi tarikatlarda “Allah ile aldatma” yapılıyorsa, bunda söz konusu yapıların sürekli olarak gizlilik ve ketumiyete mecbur bırakılmasının büyük rolü vardır. Şeffaflığın olmadığı, ilke ve çalışma prensiplerinin ilan edilmediği, gelir-gider hesabının açıkça ortaya konmadığı her kurumda yozlaşma olur.
Bazıları, “tarikatlar zaten faaliyet gösteriyor, sadece legal değiller” diyor. Zaten sorun da o ya... Legal meşruiyetten yoksun olmaları, dahası sürekli olarak resmi-sivil Jabokenlerin tehdidine maruz kalmaları, bu yapıları “gizli kapaklı” olmaya mecbur ediyor. Oysa özgür olsalar, toplum karşısına açıkça çıkabilseler, gelişip modernleşecekler.
Kısacası “irtica”dan ödü kopan Türkler, kendi elleriyle yaratmış oldukları bir sorunla karşı karşıya. Çözümün yolu ise “daha fazla baskı” değil, “daha fazla özgürlük”. Bırakınız dini grupları, serbestçe ortada olsunlar ve bu sayede dünyaya ayak uydursunlar. Zaten epeydir o yoldalar. Gölge etmeyin, yeter.