Külyutmaz Laikçiler
[23 Nisan 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Yazı yazmanın hoş getirilerinden biri okur yorumları. Bu yorumlar hem yazdıklarınızın nasıl karşılandığını gösteriyor, hem de ülkenin “zihinsel haritası”na dair ipuçları veriyor. Benim bu ipuçlarından çıkardığım sonuç şu: Ülkemizde analitik düşünen, dolayısıyla argümanları anlayan, nüansları gören pek çok insan var. Ancak sadece “ezber” tekrar eden, düşünmek yerine slogan atanlar da var. Hem de mebzul miktarda.
Bu ikinci tip yorumcuların epey bir kısmının kendini “çağdaş”, “ilerici”, “aydın” vs. sanmaları ise enteresan. Bunlar, en çok, Türkiye'deki nev-i şahsına münhasır laiklik anlayışının muasır medeniyetteki “demokratik laikliğe” uymadığını, demokratik olmayan laikliğin de “laik dikta”dan başka bir şey doğurmayacağını anlatan yazılara kızıyor. İşte bu gibi yorumculardan son dönemde şu tip mesajları çok alıyorum:
“Yalanlarınla bizi aldatabileceğini mi sanıyorsun? Avucunu yalarsın!”
“Bizim bu masallara karnımız tok! Çocuk mu sanıyorsun bizi?”
“Biz bunları yemeyiz... Boşuna uğraşma!”
“Ne dersen de, bizi kandıramazsın” diye tepinen bu yorumcular, aslında farkında olmadan “biz o kadar fanatiğiz ki, ne dersen de, bize işlemez” demiş oluyorlar. Çünkü getirdikleri bir karşı-argüman, dayandıkları farklı bir veri yok. Sadece öfke dolu cümleler döktürüyorlar.
Kanımca bu “patoloji”nin temelinde iki sebep var. Birincisi, bizde “laik Cumhuriyet”in epey bir insan için “seküler bir din” haline gelmiş olması. (AB Komisyonu Başkanı Jose Barroso da önceki hafta nazikçe bunu ima etti.) Onlar için “laik Cumhuriyet” insanlara kendi değerlerine göre yaşama imkanı verecek bir “siyasi sistem” değil. Aksine, “laik Cumhuriyet”in kendisi, başka her şeyin uğrunda feda edileceği yüce bir değer. Bu kutsal varlık, müminlerine yaşam sevinci ve var olma amacı kazandırıyor, kutsal mekanlarını tavaf edenleri maneviyatla dolduruyor.
Bu “aşk ve vecd” dolu psikoloji, rasyonel tartışma zeminini ortadan kaldırıyor. Laiklik hakkındaki farklı görüşler, radikal İslamcıların kullandığı “tekfir” mekanizmasında olduğu gibi, susturulması gereken “yalanlar” olarak algılanıyor.
Patolojinin ikinci sebebi ise, “entelektüel seviye” sorunu. Bizdeki “laik fundamentalistler”, kendilerini pek “aydın” sansalar da, aslında dünyadaki standartların çok altındalar. Hem geleneksel hem de modern çağ hakkında bildikleri, tornasından çıktıkları resmi ideolojinin kendilerine ezberlettiğinden ibaret. Zaten resmi ideoloji de “fazla bir şey bilmenize gerek yok, Atatürk ilkeleri neyinize yetmiyor” demeye getiriyor. Günümüz dünyasını anlamak için günümüzün kaynaklarını değil, Atatürk döneminin metinlerini okuyor, bol bol “Nutuk” hatmediyor, oradan “analoji”ler çıkarmaya çalışıyorlar.
Türk medyasının bazı organları, söz konusu “entelektüel seviye” sorununu izlemek için iyi bir kaynak. Nice gazetemiz var ki, güzel kadınların bikinili (yahut bikinisiz) resimlerini basmakla “çağdaşlığını” kanıtladığı inancında. Ama aynı gazetelerin haber ve yorumlarından etnik milliyetçilik, şovenizm ve demokrasi düşmanlığı sızıyor. Bunlar, Batı'dan gelen demokrasi ve özgürlük mesajlarını da hayretle karşılıyorlar. Örneğin Barroso, “Nasıl bir dini zorla dayatmak mümkün değilse, aynı şekilde sekülerlik ya da laiklik de zorla dayatılamaz” demiş. Vatan gazetesi bu sözü “AB'nin bu uyarısı çok tartışılır!” diye sürmanşet atarak veriyor. Anlaşılan Vatan'ın manşetlerini yazan her kimse, pek şaşırmış “laiklik dayatılamaz” lafına. Dayatmanın dini olunca kötü, lâ-dini olunca iyi olduğunu sanıyormuş, belli ki, bu yaşına kadar.
Böylesi bir “elit kesim” ile Türkiye'nin işi çok zor...