Jakobenizm Amerika'da!
[21 Nisan 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
WASHINGTON - Geçen Perşembe günü ABD'nin başkentindeki düşünce kuruluşlarının en hatırı sayılanlardan biri olan Brookings Enstitüsü'nde bir panele katıldım. Washington'daki “Türkiye uzmanları” arasında kanımca en objektif ve omurgalı isim olan Ömer Taşpınar'ın düzenlediği ve yönettiği panel, “Türkiye'nin Yeni Anayasal Krizi: Yargısal Bir Darbe mi?” başlığını taşıyordu. Konuşmacı olarak da üç kişi vardı: “Sivil anayasa taslağı”nın yazarlarından biri olan Gazi Üniversitesi'nden hukuk profesörü Levent Köker, ben, ve takdime hiç ihtiyaç duymayan bir şahsiyet: Mümtaz Soysal.
“Mümtaz hoca” kuşkusuz çok saygıdeğer, çok birikimli ve çok da beyefendi bir insan. Nitekim hem kendisiyle hem de Prof. Köker gibi yine çok saygın bir akademisyenle aynı “sahne”yi paylaşmanın benim için bir gurur vesilesi olduğunu belirttim orada. Ama elbette saygı duymakla karşı çıkmak çelişkili şeyler değil. Sayın Soysal da panelde boyunca neredeyse hiç birine katılmadığım görüşler ifade etti.
Dediği özetle şuydu: “Bu Cumhuriyeti biz kurduk, onu koruyacağız ve onun ilkeleriyle ters düşen partileri elbette kapatacağız. Aldıkları oyun, toplumsal desteğin herhangi bir önemi yoktur. Bu, Cumhuriyet ile düşmanları arasında bir savaştır ve çok uzun bir süre devam edecektir. Bunun sona ermesi, ancak toplumun tümünün Cumhuriyet ilkelerini benimsemesiyle mümkün olur.”
Mümtaz hoca, bu “savaş”ın taraflarından birinin “Cumhuriyet ilkeleri” diğerinin “İslam” olduğunu da açıkça ilan etti. İslam'ın “reformdan geçmediğini”, dolayısıyla “bu dünyayı” da düzenlemek istediğini, bu talep var olduğu sürece çatışmanın devam edeceğini söyledi.
Bu yaklaşımda içiçe geçmiş bir kaç yanılgı var. Birisi, malum, pozitivizm. (Bunu neden yanlış olduğuna zaman zaman değiniyorum.)
Ötekisi ise dindar Müslümanların illa da “İslam devleti” kurmak istedikleri varsayımı. Oysa İslami dindarlık devletten bağımsız, “sivil” zeminle sınırlı kalabiliyor ve bunun için illa Luther-vari bir “reform”a ihtiyaç yok. Müslüman aydın ve ilahiyatçıların bu yönde önemli görüşleri var. Sosyal araştırmalar da, Türkiye'de dindarların ezici çoğunluğunun “din devleti” değil, “dine saygılı laiklik” istediği gösteriyor. Ama Mümtaz hoca gibi düşünenler, nedense tüm bunları görmezden geliyor.
Prof. Levent Köker'in de panelde ifade ettiği gibi, sorunun kökeninde İslam'ın her türlü değişime kapalı, demokrasi ve özgürlükle hiç bir şekilde uzlaşmayan bir din olduğu yönünde bir önkabul yatıyor. İlginçtir ki dünyada bu görüşü savunan iki belirgin grup var: Birincisi “İslamofob” diye de anılan Batı dünyasındaki “İslam karşıtları”. Ötekisi de Türkiye'deki laik fundamentalistler. Zaten bu iki grubun arası pek iyi.
Bu “ittifak”ı Washington'da açıkça gözlememek mümkün. İlginçtir ki laik fundamentalistlerin Ankara'daki üssü AK Parti'yi “Amerikan maşası” diye yaftalayıp Türkiye içinde zayıflatmaya çalışırken, aynı zihniyetin Washington'daki temsilcileri de Amerikalılara aşağı-yukarı şöyle bir mesaj veriyor: “Bu Türkiye İslamcıları var ya, bunlar aslında Taliban'dan farksız, hatta çaktırmadıkları için daha da tehlikeliler. Siz iyisi mi bize destek verin, doğru dürüst bir darbe yapalım”.
Peki Amerikalılar bunu “yutuyor” mu? “İslamofob” olanları, evet. Diğerleri, yani çoğunluğu ise aslında Türkiye'deki hangi grubun “çağdışı” olduğunu fark etmeye başlamış durumda. Laik fundamentalistlerimiz Washington'da Jabokence konuşmalar yaptıkça da, gözleri daha bir açılıyor. Devam etmekte fayda var.