Evet, İslam Türkiye'nin ‘Çimentosu'dur
[9 Nisan 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Yargıtay Başsavcısı AK Parti'nin kapatılması istemiyle hazırladığı iddianamesinde Başbakan Tayyip Erdoğan'a bir sürü “laiklik karşıtı eylem” atfediyor. Bunların arasında Başbakan'ın “en büyük dileğim başı kapalı kızlarımızla, başı açıkların el ele dolaştığı bir üniversitedir” gibi sözleri de var. Dünyada hiç bir aklı başında insanın itiraz etmeyeceği böylesine bir söz, Başsavcı'ya göre siyasetten men edilmeyi gerektiren bir suç teşkil etmiş oluyor. Akıl alır gibi değil.
Akıl almayacak bir başka “suç”, Başbakan'ın Türkiye'nin kültürel dokusu hakkında yaptığı yorumlar. İddianameye göre, Erdoğan, “İslam'ı... Türk milletinin birleştirici bir unsuru, çimentosu olarak tanımlamış” ve “sık sık Türk halkının yüzde 99'unun Müslüman olduğuna vurgu yapmış”. Bu da laikliğe aykırıymış.
Bence ortada bir “aykırılık” varsa, o da iddianame ile Türkiye'nin gerçekleri arasında. Evet, Türkiye nüfusunun ezici çoğunluğu Müslümandır. (Sayın Başsavcı inanmıyorsa herhangi bir ansiklopediye göz atabilir veya bir Türkiye turuna çıkabilir.) Dahası, Türkiye'nin “milletleşme” sürecinde de Müslümanlık en temel birleştirici unsur olmuştur. Bunu en iyi bilen ve hayata geçiren kişi de Atatürk'ten başkası değildir.
Meseleyi anlamak için Lozan'a göz atmak bile yeter. Türkiye'nin kurucu metni sayılan bu anlaşma öncesinde, İsmet Paşa, Türkiye'deki tüm Müslümanların tek bir bütün teşkil ettiğini, sadece gayrımüslimlerin “azınlık” olduğunu savunmuş ve bu tezi kabul ettirmişti. Ondan sonraki yıllarda da cumhuriyetin “ulus inşası” programı, büyük ölçüde Müslümanlık zeminine oturdu. Atatürk Türkiyesi, Müslüman olmayan vatandaşları “mübadele” yoluyla en aza indirirken, Arnavutlar, Boşnaklar, Pomaklar gibi Türk soyundan olmayan Müslümanların göç taleplerine olumlu cevap verdi. Öte yandan Müslüman olmayan Türkler, örneğin Hıristiyan Gagavuzlar, ülkeye kabul edilmedi! Bunun nedeni, Müslüman olmayan Türklerin nüfusun kalan kısmıyla kaynaşmalarının zor görülmesiydi.
Kısacası, Türkiye halkını oluşturan “Osmanlı Müslümanları mozaiği”nden modern ve “laik” bir ulus çıkarmak isteyen Tek Parti yönetimi bile, sosyolojik gerçeklere uygun hareket etmiş, İslam'ın birleştiriciliğini esas almıştı.
Değerli siyaset bilimcilerimizden İlter Turan, “Türkiye'de Din ve Politik Kültür” başlıklı akademik makalesinde, “Cumhuriyetin sınırları içinde yaşayan insanlar mozaiğinden bir ulus inşa edilmesinde dinin entegre edici rolü görmezden gelinemez” derken, buna işaret eder.
Dünyaca ünlü sosyoloğumuz Şerif Mardin ise daha da çarpıcı yorum yapar. Mardin'e göre, bugün Türkiye'de bir çoklarının beynine kan sıçratan “ümmet” kavramı, aslında ülkenin temelinde yatan bilinçtir. Hoca, “Din ve İdeoloji” adlı kitabında açıkça yazar; “Cumhuriyet, ümmet yapısının devam etmesini sağlamıştır” diye.
Sanırım Sayın Başsavcı'nın anlamadığı (veya anlamazlıktan geldiği) nokta, Türkiye'nin sosyolojik yapısı ile hukuki tanımı arasındaki fark. “İslam Türkiye'nin çimentosudur” demek, sosyolojik yapıyla ilgili doğru ve isabetli bir yorum. Hukuki yapının ve dolayısıyla vatandaş tanımının laikliği, bundan ayrı bir şey.
Ancak zaten Başbakan da bu farkı vurgulamış. Ve bu da iddianamede geçiyor! Erdoğan'ın “din bir üst kimliktir ifadesini kullanmadığı”, “üst kimlik olarak kullandığım ifade, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır” dediği yazılı.
Yani Erdoğan devletin laikliğine muhalefet etmemiş, sadece Türk toplumunun kültürüne dair bir tespitte bulunmuş. Ama bu bile suç!
Dediğim gibi, bu iddianame akıl alır gibi değil.