İslam Dünyası Niçin Geri? (II)
[6 Mart 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Dokuzuncu yüzyılda İspanya'da yaşayan Paul Alvarus adlı Hıristiyan düşünür, dindaşları arasında hızla yayılan “İslam hayranlığı”ndan yakınarak şöyle yazıyordu:
“Hıristiyan gençler, Arap şiir ve yazılarını hatmeder oldu. Arap ilahiyatçı ve filozoflarını, onları çürütmek için değil, Arapça'yı daha zarif konuşmak için okuyorlar. Latince'yi, Kutsal Kitabı, İnciller'i unuttular!” (People of the Book, Zachary Karabell, s. 67)
Bu sözler, dikkat ederseniz, günümüz Müslüman toplumlarındaki “Batı hayranlığı”nı eleştiren aydınların serzenişlerine çok benzer. Bu ise bir tesadüf değildir. Çünkü bugün “Batı” neyse, bundan bin yıl önce “Doğu” oydu. Özellikle İslam dünyası, yeryüzünün en “ileri” coğrafyasıydı. İspanya'daki Müslüman Endülüs devletini gezen Kuzey Avrupalı bir rahibe, karşılaştığı estetik, temizlik ve ihtişama hayran olmuş ve Kordoba kenti için “dünyanın mücehveri” demişti.
Bu görkemin altında “Ortaçağ İslam medeniyeti” yatıyordu. İslam'ın getirdiği küresel vizyonla “kabile”den sıyrılıp “imparatorluk” kuran Araplar, Yunan, Bizans, Yahudi ve Pers medeniyetlerinin mirasını da değerlendirerek, bilim, felsefe, tıp, sanat, mimari gibi farklı alanlarda büyük atılımlar kaydetmişti. Amerikalı Musevi tarihçi Martin Kramer'in ifadesiyle "eğer 1000'li yıllarda Nobel ödülleri dağıtılıyor olsaydı, neredeyse tümünü Müslümanlar alırdı."
Bütün bunları hatırlamak gerek, çünkü İslam dünyasının günümüzdeki sorunlu haline bakarak, “sorun, İslamiyet'in ta kendisidir; bu din gelişmeye engeldir” diyenler var. Eğer bu yargı doğru olsaydı, Müslümanlar Ortaçağ'daki parlak medeniyeti yaratamazdı.
Gerçekte sorunun özü, “modernite”nin Batı dünyasında doğup gelişmesi, İslam dünyasının ise bu süreçte çok geri kalmasıdır. Bu geride kalmanın sebebi olarak laikçiler “fazla dindarlaşmayı”, bazı muhafazakarlar ise “dinden uzaklaşmayı” gösterirler. Oysa sebepler coğrafi, ekonomik, siyasi ve kültüreldir. Sabri Ülgener veya Erol Güngör gibi merhum aydınlarımız bunu zamanında ustaca açıklamışlardı.
Ama madem çoğumuz Arapça'ya hayran olan dokuzuncu yüzyıl Hıristiyanlarının tam aksine “Frenkçe”ye kulak kabartmış durumdayız, o zaman o taraftan bir referans vereyim. Milliyet yazarı Sayın Yaman Törüner, İslam hakkındaki Batı literatürüne bakarken, gitmiş, olabilecek en taraflı ve marjinal isim olan Robert Spencer'ı bulmuş. Ben, çok daha objektif ve sözü dinlenir bir entelektüel olan Graham Fuller'ın Foreign Policy dergisinin Şubat 2008 sayısında yayınlanan “A World Without Islam” (İslamsız Bir Dünya) başlıklı uzun makalesini önereyim. “Bugünlerde ‘İslam olmasa dünya ne güzel olurdu' diye düşünenler var” diye söze giren Fuller, bu “analiz”in ne kadar yüzeysel ve yanlış olduğunu detaylıca gösteriyor. Ortadoğu'nun bugünkü sorunlarının, Batı sömürgeciliği de dahil olmak üzere, bir dizi tarihsel süreçten kaynaklandığını anlatan Fuller'e göre, “eğer Ortadoğu Müslüman değil de Hıristiyan ağırlıklı olsaydı, bugün yaşadığı sorunların hepsini yine yaşıyor olacaktı”.
Gelin, Fuller'ın yaklaşımıyla biraz da kendimize bakalım. Bu ülkedeki kimi “laikçiler”, en az yüzyıldır, “İslam yüzünden geri kaldığımızı” söyler veya ima eder. Bunu söylerken, “dinciler”in bağnaz, hoşgörüsüz, şekilci ve yeniliklere kapalı olduğunu da vurgularlar. Ama bu saydıkları olumsuz vasıflara kendilerinin de fazlasıyla sahip olduğu, son yıllarda ayan-beyan ortaya çıkmış durumda. Demek ki, bağnazlık, hoşgörüsüzlük, şekilcilik ve yeniliklere kapalılık, dinin bir ürünü değil; dindara da seküler olana da bulaşabilen, kendi başına ayakta duran sorunlar.