‘Şimdi Türbanın Sırası Mıydı?'
[13 Şubat 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Başlıktaki soru bana değil, son haftalarda sesleri gür çıkan bir dizi yorumcuya ait. Bunların arasında sadece Jakobenizm'in “olağan şüphelileri” değil, aynı zamanda şimdiye dek AK Parti'nin demokratikleşme adımlarına destek çıkmış kimi liberaller de var. Bu ikinci gruptan bazıları, başörtüsü konusunda bir tür “üçüncü yol”da tutmuş. “AKP-MHP'nin Türkiye'ye dayattığı türban çözümü”ne karşı çıkmış, hükümetin başka özgürlük problemleri dururken başörtüsüne eğilmesini eleştirmişler.
Mesela şöyle demişler:
“Süregelen tartışmada, ne yüksek öğrenimde akademik özgürlükler sorunu, ne orta öğrenimdeki din dersinin zorunlu olmaktan çıkarılması konuşulmaktadır.
Bu yorumu yapan saygıdeğer akademisyenlerimize bir soru soracağım: Eğer bugün hükümet sadece “akademik özgürlükler sorunu” ve “orta öğrenimdeki din dersinin zorunlu olmaktan çıkarılması” üzerinde çalışıyor olsaydı, o zaman da bu sürece karşı çıkacaklar mıydı? “Durun, böyle olmaz, başörtüsü yasağını görmezden geliyorsunuz, özgürlüklerin hepsini bir arada getirmelisiniz” diyecekler miydi?
Yahut şöyle sorayım: AK Parti hükümetleri 2002'den bu yana muhafazakar taleplerle ilgisi olmayan bir sürü reform yaparken, söz konusu liberaller, “iyi ama türbanı da unutmayın” dediler mi? (Bu konuda hep ilkeli ve omurgalı durmuş olan Gülay Göktürk ve Nazlı Ilıcak gibi “Jeanne d'Arc”larımızı tenzih ederim.)
Hükümet elbette yapılan düzenlemenin hukuki içeriği veya siyasi sürecin yönetilmesi açısından eleştirilebilir. Dahası, “türbanı çözerken başka sorunları sakın unutmayın, reform hızını kesmeyin” diye uyarılabilir. Hatta mutlaka uyarılmalıdır da. Ama “niye bu defa da size oy veren muhafazar kitlelerin sorununa odaklandınız” demek, haksızlıktır.
Sakın böyle diyen seküler liberaller, tam da hükümete yönelttikleri “sadece kendi tarafına demokrat olma, kendi çevresinin haklarını önceleme” hatasına düşüyor olmasın?
Kaldı ki sırf pragmatik bile düşünseler, şu tehlikeyi görmeleri gerekir: Eğer toplumun muhafazakar kesiminde “bu liberal demokrasi denen şeyden bize hayır yok” duygusu gelişirse, Türkiye'deki demokrasi mücadelesi en büyük zeminini kaybeder. Cem Boyner'in YDH'sı çapında bir enerji kalır geriye...
Söz haksız eleştirilerden açılmışken, Radikal yazarı Nuray Mert'e dair bir not düşmemek haksızlık olacak. Sevgili Mert, epeydir sürdürdüğü ve “ben demokrata demokrat demem sosyalist olmayınca” diye özetlenebilecek hükümet (ve aslında merkez sağ) muhalifliğini, en son “AKP'nin Meşruiyet Krizi” başlıklı tam sayfa bir yazıya taşıdı.
Oysa aynı gazetede yazan (ve oldukça da iyi yazan) Gökhan Özgün'ün de isabetle işaret ettiği gibi, Türk siyasetinde bir meşruiyet tartışması yapacaksak, kafayı biraz kaldırıp başka partilere de bakmak gerek.
Mesela ben “Milli Görüş gömleğini çıkardık” sözünü Tayyip Erdoğan'dan defalarca duydum, ama Deniz Baykal ve ekibinin “Tek Parti gömleğini” çıkardığına en ufak bir emare görmedim. CHP, tarihindeki pek çok karanlık sayfanın (İstiklal Mahkemeleri'nin, “kafatasçı” tarih kongrelerinin, yahut Varlık Vergisi'nin) hesabını vermek şöyle dursun, yeni sayfalar eklemeye pek hevesli duruyor. Zamanında anayasal düzeni yıkıp suçsuz insanları asmış bir “silahlı çete”yle (27 Mayısçılarla) iş tutmuş olan bu partinin şimdiki lideri Sayın Baykal, geçen hafta da “sivil anayasa”ya niyetlenenlere aba altından idam sehpası gösterdi.
Demokrasiye inandığı hayli kuşkulu olan bu CHP'nin demokratik düzen içinde var olma hakkı var mı? Buyrun size hiç bir Yargıtay Başsavcısının aklına gelmeyecek, ama kapı gibi sağlam bir meşruiyet sorusu.