Ateistlerin İnancı
[11 Şubat 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Ateist, yani “tanrıtanımaz” insanlara bazen “inançsız” da denir. Oysa bu çok yanlış bir sözdür, çünkü aslında onlar da inançlıdır: Allah'ın “yokluğuna” inanmaktadırlar. O'nun için “vardır” demek bir iman gerektirdiği gibi, “yoktur” demek de iman ister.
Tümüyle inançsız olan bir insan, olsa olsa “agnostik”, yani “kuşkucu” olur. “Bu konuda bir hükmüm yok, bilemem” der.
Bu basit felsefi gerçeğin günlük siyasi tartışmalarımızla yakından ilgisi var. Çünkü Türkiye'de “inançlar” dendiğinde sadece Allah'ı kabul eden “teist” (ilahi) dinler kast ediliyor. “İnançlar kamusal alana girmemeli” denince de sadece söz konusu dinler dışlanıyor.
Örneğin “militan dogmatiklerin üniversite bünyesine kabul edilmemesini” talep eden Prof. Dr. Celal Şengör, bu sözüyle sadece dindar Müslümanları hedefliyor. Oysa “ben ateistim” diyen Prof. Şengör de bir “dogmatik.” Kullandığı üslup da bir hayli “militan”. Dolayısıyla eğer onun istediğini yaparsak, bizzat kendisini de üniversiteden çıkarmak gerekecek. Madem kamusal alanda dogma yasak, buyrun kapı önüne!..
Eminim ateistler buna itiraz edecekler, teist inançların “hurafe”ye, kendilerinin sahip olduğu ateist inancın ise “akıl ve bilim”e dayandığını söyleyeceklerdir.
Yüz yıl öncesinde yaşıyor olsaydık, bu iddia bugünkünden daha güçlü olurdu. O zamanlar gelişen bilimin Allah inancını yok edeceği ve “din sonrası” seküler bir dünya yaratacağı fikri pek yaygındı. Oysa işler hiç de öyle gitmedi. 20. yüzyılın ikinci yarısında özellikle fizik alanında elde edilen bulgular, evrenin yoktan var edilmiş ve “tasarlanmış” olduğuna işaret eden güçlü kanıtlar ortaya koydu. O yüzden bugün dünyada sadece “Allah'a inanan bilim adamları” yok, bilimsel verilerden yola çıkarak bir Yaratıcı'ya inanmış eski ateistler bile var.
“Akıl ve bilim”in ateizmden çok teizmi (Allah inancını) destekler hale gelmesi, düşünürlerin önüne yeni bir soru da koyuyor. Eskiden hep “insanlar niçin Tanrı'ya inanır” diye sorulur ve bir dizi psikolojik faktör sayılırdı: Ölüm sonrasından korkmak, güçlü bir varlığa sığınmak gibi. Ama artık “insanlar niçin ateist olur” diye de soruluyor ve yine psikolojik faktörler inceleniyor.
Örneğin Amerikalı düşünür Benjamin Wiker, ateizm ile “hedonizm” (hazcılık) arasındaki ilişkiyi vurgular . Hazcılık, Eski Yunan düşünürü Epikür'le başlayan bir akımdır. Epikür, özetle, “insanın hayattaki tek hedefi haz almak ve acıdan kaçmak olmalıdır” der. Bu ise Epikür'ü ateizme götürür. “Tanrı fikri, bize ahlaki sınırlamalar getirmekte ve zevklerimizi kısıtlamaktadır” diyen düşünüre göre, ateizm “hayatın tadını çıkarmanın” yoludur. Kısacası “hakikat” değil “haz” aradığı için varmıştır ateist dogmaya...
Ben ateizmin, özellikle Türkiye'de, bazıları için bir “ego tatmini” işlevi gördüğünü de düşünüyorum. Bunu en net bir kaç yıl önce CNNTürk'ün Beş N Bir K programında konuşan bir aydınımızın sözlerinde sezmiştim. “Ateizm zordur, hiç bir güce dayanmadan yaşamak herkesin harcı değildir” gibi bir şeyler söyleyip kameraya doğru derin bakışlar atmıştı. Böylesi nutukların “alt metninde”, toplum değerlerine başkaldıran, sıradışı ve güçlü insan imajını okumamak mümkün değildir. Etrafa bunu saçmanın da kendine has bir hazzı olmalı.
Kimi ateistin bilinçaltında ise bağnaz bir dindarla yaşanmış kötü bir anı, “ham softa ve kaba yobaz”a duyulan tepki yatar. Ve kategorize edemeyeceğimiz daha nice sebep...
Her ne olursa olsun onlarınki de bir inançtır ve demokratik toplumda elbette yeri vardır. Bilime veya “kamusal alana” ipotek koymamaları şartıyla.