Muasır Medeniyetten Başörtüsü Dersleri
[21 Ocak 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Yanda resmini gördüğünüz Maha Sukkar isimli hanımefendi bir polis memuru. 2004 yılından beri Avustralya'nın Victoria eyaletine bağlı emniyet teşkilatında çalışıyor. Lübnan kökenli bir göçmen olan Maha hanım, gördüğünüz gibi kepinin altına sıkı sıkıya bağlanmış bir başörtüsü, Türkiye'deki deyimle “türban” takıyor. Eğer vahim bir hata yapıp Türkiye'ye göç etmiş olsaydı, bu kıyafeti yüzünden bazı devlet hizmetlerinden mahrum kalır, örneğin üniversitelere adım atamazdı. Ama Avusturalya'da, bırakın devletten hizmet almayı, başörtüsüyle polislik yapıp devleti temsil bile edebiliyor.
Maha hanım, özgür dünyadaki yüzlerce “başörtülü Müslüman polis”ten yalnızca biri. Daha da fazlası, Britanya'da görev yapıyor. Londra Büyükşehir Emniyet Teşkilatı 2005 yılında bu konuda bir düzenleme yaptı ve “Müslüman başörtüsünün de, Sihlerin türbanı gibi, polis üniformasına dahil edildiğini” açıkladı. Aynı emniyet teşkilatı, Müslüman polislere “helal yemek” talep etme, görev sırasında namaz izni alma ve Ramazan'da mesai saatlerini değiştirme hakkı da tanıyor.
Bunların herhangi biri Türkiye'de telaffuz bile edilseydi, olağan şüpheliler öfkeyle ayağa kalkardı. CHP sözcüleri “laiklik elden gidiyor” diye kükrer, Cumhuriyet gazetesi “tehlikenin farkında mısınız” diye yeşil-siyah manşet atar, çatık kaşlı başsavcılar “parti kapatma” tehditleri savururdu. Ama muasır medeniyette böyle histerik reaksiyonlar yok. Müslümanların inançlarına uygun şekilde yaşaması kimseyi rahatsız etmiyor. Çünkü muasır medeniyet, Türkiye'deki “laikçi”lerin lügatında hiç bir yeri olmayan “din özgürlüğü” diye bir değere inanıyor.
Bizdeki laikçiler “din özgürlüğü”nden bihaber oldukları için, bunu savunan her türlü siyaseti “din istismarı” zannediyor, ya da öyle yaftalamayı yeğliyorlar. (Haluk Şahin gibi birikimli ve sağduyulu olanları bile istisna oluşturmuyor. Bkz. 16 Ocak tarihli yazısı.) Öte yanda, ABD'nin Uluslarası Din Özgürlüğü Komisyonu adlı resmi kuruluşu, yayınladığı yıllık raporlarda, “Türkiye'de dini azınlıklar gibi dini çoğunluk üzerinde de baskılar bulunduğunu” belirtiyor ve başörtüsü yasağını örnek gösteriyor. Elin oğlu, dindar Türk'ün derdine laik Türk'ten daha duyarlı olabiliyor.
Muasır medeniyetin başını çeken Anglo-Sakson ülkelerde, din özgürlüğü, ancak yapılacak işe somut bir engel veya toplum güvenliğine bariz bir tehdit oluşturduğunda sınırlanıyor. Örneğin İngiltere'de Aishah Azmi isimli Müslüman bir öğretmenin peçe ile ders vermesi engellendi; gerekçe, yüzü tamamen kapatan peçenin öğretmen ve öğrenci arasındaki diyaloğu engellemesiydi. ABD'nin Florida eyaletinde ise ehliyet başvurusunda bulunan Sultaana Freeman adlı Müslüman kadının sadece gözlerini gösteren peçeli fotoğrafı kabul edilmedi. Mahkeme, uzun incelemeler ve tartışmalar sonucunda, “yüzü gösteren fotoğrafın güvenlik için gerekli olduğu” kararına vardı. Gerekçe, “çağdaş Amerikan kadınına yakışmayan kıyafet” gibi ideolojik bir saplantı değildi. Yine de bir dizi Amerikan sivil toplum kuruluşu mahkemeyi “din özgürlüğüne gölge düşürmekle” suçladı.
Muasır medeniyette din özgürlüğünden nasibini az almış ülkeler de var. Fransa, bunların önde gideni. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Türkiye'deki başörtü yasağında sakınca görmeyen yanlış kararı, bu makama egemen olan “Fransız zihniyeti”nin bir yansımasıydı. Bu zihniyetin ne kadar sağlıklı olduğunu tartmak isterseniz, Fransa'nın AB üyeliğimiz konusunda gösterdiği bağnaz reddiyeciliğe veya “Ermeni Soykırımı”nı reddetmeyi suç sayan otoriter yasalarına bakabilirsiniz.
Ancak Fransa bile Türkiye'nin yanında “zemzemle yıkanmış” kalıyor. Bu ülkede bir “başörtü yasağı” var, ama bu sadece ilk okul ve lise düzeyinde ve yalnızca devlet okulları için geçerli. Üniversitelerde böyle bir yasak olmadığı gibi, özel okullara karışan da yok.
Türkiye'deki “laikçilik” ise, Fransa'dan aldığı kötü modelin üzerine bir de “oryantal despotizm” ve hatta Kuzey Kore tarzı “lider kültü” eklemiş berbat bir ceberrutluk. Ne muasırlıkla alakası var, ne medeniyetle.