‘Çağdaş' Türklerin Korkulu Rüyası
[23 Ocak 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Şu sıralar “türban yasağı”nı tartışıyoruz ya, aklıma bu işin psikolojisini, hatta bilinçaltını anlamaya yarayacak bir hikaye geldi. Bir zaman önce İngilizce anlatmıştım; şimdi Türkçe tekrar edeyim.
Hikayemizin konusu, “çağdaş yaşam”a tutkun ve sıkı sıkıya “laikçi” bir Türk'ün başına gelebilecek en büyük felakettir. Bizimki bu korkulu rüyayı Avrupa veya Amerika'ya tatile gittiğinde görür. Seyahatin öncesinde haftalar süren bir planlama, kız arkadaşıyla yaptığı “hangi şehir, hangi otel” tartışmaları ve uzlaşmaları vardır. Sonunda büyük gün gelir ve bizim çağdaş çift muasır medeniyete doğru kalkan uçağa biner.
Uzun bir uçuştan sonra indikleri havalanında pasaport kontrolü için beklerken yanlarındaki ecnebi adamla sohbete dalarlar. Adam bizimkilerin Türk olduğunu öğrenince biraz şaşırır. Buz mavisi gözleriyle onları şöyle bir süzdükten sonra sorar: “Siz ülkenizde de bu şekilde mi giyiniyorsunuz? Türklerin milli bir kıyafeti yok muydu? Erkekler fes giyip, kadınlar da örtünmüyor muydu?”
Bizim çağdaş Türk beyninden vurulmuşa döner. Neden şimdi bu adam böyle aptalca bir soru sormuştur ki? Oysa “faça”ları ne kadar da yerindedir. Çocuk yeni moda düşük bel kot pantolon giymiş, sırtına “I am sexy” yazılı bir tişört geçirmiştir. Yanındaki kız arkadaşı da, mini eteği ve yapay sarışın saçıyla İskandinav fotomodellere taş çıkartacak vaziyettedir. Bizimki fena halde bozulmuş olmasına rağmen kendini toparlar. Adama, “biz Türklerin doğulu olmadığını, 80 yıl önceki devrimlerle çoktan Batılılaştığımızı” uzun uzun ve gergin gergin anlatır.
Adam, aldığı tepkiye şaşırır. “Nasıl Japonların veya Hintlilerin milli kıyafeti varsa, Türklerin de pekala olabilir, ne var bunda” diye düşünür içinden. Ama genç çocuğu daha fazla üzmek istemez. “Kusura bakmayın” der. “Türkleri yanlış tanıyormuşum.”
Ama bu olay çağdaş çiftimizin tadını kaçırmaya yetmiştir. İki hafta gezip tozup memlekete döndüklerinde bile hala akıllarındadır. Atatürk Havalimanı'ndan çıkıp eve doğru giderken yolda başörtülü kadınlar ve ak sakallı hacı amcalar görürler. “İşte der”, bizim çağdaş Türk kız arkadaşına: “Sorun bunlar; bunlar yüzünden bizi hala doğulu sanıyorlar, nefret ediyorum bu gericilerden!”
Artık bu sorun onun için hayat-memat meselesi olmuş, daha önceden pek ilgi duymadığı siyaseti bile izlemeye başlamıştır. Durumun ne kadar vahim olduğunu çok geçmeden fark eder: Ülkeyi yönetenler düpedüz bu “gericiler”dir! Dahası, Türkiye'yi Avrupa Birliği'ne sokmaya çalışan, liberalleştiren, küresel ekonomiye entegre edenler de yine “bunlar”dır.
Bizimki, bu işte bir bit yeniği olduğundan kuşkulanmaya başlar. Cumhuriyet gazetesi okuyup Deniz Baykal dinledikçe iyice aydınlanır ve kısa sürede acı gerçeği keşfeder: Ortada “laik Cumhuriyet”e karşı dev bir komplo vardır! İçerdeki gericiler “AB kriterleri” diye tuttururken, dışarıdaki Batılının “milli kıyafet” diye bir laf etmiş olması tesadüf değildir. Zaten bu Batılılar epeydir demokrasi, bireysel özgürlükler, çoğulculuk gibi zararlı fikirlerle gericileri cesaretlendirmekte, herkesi hizaya dizip sopalayarak çağdaşlaştıran o harikulade oligarşimizin altını oymaktadır.
Artık bizim çağdaş Türk'ün zihni berraklaşmıştır. Batı, onun yeni düşmanıdır. Doğu, zaten hep düşman olagelmiştir. Dolayısıyla gidebileceği bir yön de kalmamıştır. Kendi medeniyetini reddettiği gibi, kendisine dönüşmek istediği medeniyeti de anlamamış, sonuçta hem köksüz hem çapsız oluvermiştir.
Ah, ne hazin ağaçtır onu yetiştiren! Kökü kompleks, dalları taklit, meyvesi paranoya...