Alevi Usulü Engizisyon
[14 Ocak 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Ben kendimi bildim bileli bu ülkedeki Aleviler Diyanet'in Sünni yapısından şikayetçidir. Ve bunda haklıdırlar: Onların da ödediği vergilerle finanse edilen Diyanet, sadece Sünni itikadına göre hizmet vermekte, öteki “İslam yorumu”nu adeta yok saymaktadır.
Alevilerin bu şikayetini anlar ve haklı bulurum, ama bir hükümet bu işe çözüm bulmak için adım atınca, bazılarının “hayır istemeyiz” diye ayağa kalkmasını, dahası hükümetin uzattığı eli sıkanları aforoz etmesini anlayamadım.
Kast ettiğim el, Ak Parti'nin Alevi milletvekili Reha Çamuroğlu'nun öncülüğünde ve Abdal Musa Vakfı'nın desteğiyle geçen cuma günü düzenlenen “Alevi iftarı”. Malum, bu yemeğe Başbakan Erdoğan'ın yanında dokuz bakan ve elli kadar Ak Partili milletvekili katıldı. Aylardır tartışılan iftar, hükümetin “Alevi meselesinde açılım” çabasının ilk adımıydı.
Ama bir dizi Alevi derneği ve “eşrafı”, bu açılımı "Alevileri AKP'lileştirme operasyonu" diye boykot etti. Dahası 12 Alevi dedesi, iftara katılanları “düşkün” ilan etti. Bu, bir tür “dinden çıkarma.”
Bu radikal tepki, hem siyasi hem de dini yönden yanlış. Siyaseten, uzatılmış bir eli geri çevirmenin hiç bir anlamı yok. Bazıları “Ak Parti'nin Alevi oylarına göz diktiğini” söylüyor. Ne var bunda? Elbette dikecek. Demokratik siyasetin özü, hizmet ederek oy kazanmaktır. AK Parti “Alevi kesimin sorunlarını da çözelim, onların da desteğini alalım” diyorsa, çok doğru bir şey yapıyor demektir. Siyasetçinin zararlısı, gücünü oy sandıklarından değil, bürokrasi koltuklarından alanıdır.
İşin daha da vahim kısmı, “aforozcu” Alevi dedelerinin siyasi bir amaç uğruna dini bir kavramı istismar etmeleri.
Bunun bir örneği Türk siyasetinde daha önce de yaşanmıştı. 1966'da bir grup Alevi iş adamı, emekli asker ve hukukçu tarafından kurulan Birlik Partisi içinde zamanla bir “sağ” bir de “sol” kanat ortaya çıkmıştı. Sol kanat, parti esaslarına “dinsel inançlarla materyalist felsefelere aynı ölçüde saygı duyulduğu” gibi bir laf eklemiş, dönemin en etkin sosyalist partisi olan Türkiye İşçi Partisi'ne yakın bir söylem tutturmuştu. Partinin sağ kanadı ise, “komünizm”den rahatsızdı. 1970'te bu “sağcı Aleviler” arasından beş milletvekili Adalet Partisi hükümetine güven oyu verdi. Bunun üzerine partiden atıldıkları gibi “düşkün” ilan edildiler. Haklarında “Beş Yol Düşkünü” diye kitap bile yazıldı.
Yani, daha geleneksel ve muhafazakar olan Aleviler, “materyalizm”e meraklı olanlarca “dinen” aforoz edilmişti!
Bugün Ak Parti'ye gösterilen tepki, o zaman Adalet Partisi'ne köpüren “sol Alevi bağnazlığın” bir devamı gibi duruyor. Hükümet, yine de elini uzatmaya ve Alevi vatandaşlarımızın sorunlarına çözüm aramaya devam etmeli. Umulur ki “engizisyon dedeleri” de hatalarını anlar ve bundan döner.
Bir de bu kıssadan daha genel bir hisse çıkarmak gerek: “Düşkün” suçlamasının çok daha keskin ve tehlikeli bir örneğinin Sünni İslam'da da olduğunu biliyoruz. Bir insanı veya grubu “tekfir etmek” yani “kafir saymak”, ne yazık ki hem geçmişte hem de bugün İslam toplumlarına çok zarar veren bir bağnazlık. Bunun altında ise, aslında dini kaygılardan çok siyasi çıkarlar var. Çünkü bir insana “sen artık Müslüman değilsin” demenin doğal sonucu “Müslüman benim ve bu iş benden sorulur” demek. Bunun “Allah katında” hiç bir değeri yok, ama insanlar arasında önemli bir güç ve iktidar getirisi var. “Tekfirciler”in üstünü kazıyın, hep bunu görürsünüz. Gerçek derdi “Allah rızası” olan ise, onu-bunu tekfir etmekle değil, doğru bildiği yolda “hizmet etmek”le uğraşır.