“Laik bir rejimde, bir ferdin din kabulü, onun tüm dünyasını kapsıyorsa, her eyleminde dine uyumluluk, tanrı emrinin yerine getirilmesi endişesi taşıyorsa o kişi, elbette laik toplumda yaşamaya devam eder, ama marjinal bir vatandaş olarak. Hele o kişi, öznel doğrularını nesnel doğrular olarak hemcinslerine yaymaya çalışınca, rejim hakemlerince suçlu addedilir”Yani söz konusu “laik rejim” içinde hayatlarını dine göre yaşamak isteyenler, “ikinci sınıf vatandaş” olur! Eğer dindarlıklarını yaymaya (dikkat edin, “empoze etmeye” değil, sadece “yaymaya”) kalkarlarsa, suçlu sayılacaklardır! İşin en garip tarafı da, dindarları “öz vatanında parya” haline getirecek bu “rejim hakemleri”nin, yine bu dindarlardan toplanan vergilerle beslenen devlet kurumlarında oturacak olmasıdır. Yani, özetle, böylesi bir “laik rejim”in dindar vatandaşlarına söylediği şudur: “Biz, sizi kendi aklımızca modernleştirmeye, onun için de döve döve dinsizleştirmeye karar verdik. Bu işin finansmanını da sizin cebinizden aşırdığımız parayla halledeceğiz.” Bunun bir hayal veya karikatür olduğunu düşünmeyin. Dünyada tam da bu mantıkla işleyen “laik cumhuriyet”ler vardır. Kuzey Kore, kusursuz bir örnektir. Putlaştırılmış bir lider ve militarist bir rejimle yönetilen bu komünist ülkenin resmi ideolojisinin adı “Juche”dir. Ve Juche'nin tekel ilkesi şudur: “İnsan, her şeyin efendisidir ve her şeye o karar verir.” Gördüğünüz gibi, Kuzey Kore, tam da Prof. Ceylan'ın amaçladığı gibi, “Tanrı merkezli bir yaşam tarzından insan merkezli bir yaşam biçimine geçmiş” bir ülkedir. Ama aynı zamanda dünyanın en despot, zalim ve kanlı rejimlerinden biridir. Bir tür “açık hava hapishanesi”dir. Bir de “özgürlükler ülkesi” diye bilinen, dünyanın en açık toplumlarından birine ev sahipliği yapan Amerika Birleşik Devletleri'ne bakalım. Orada, enteresandır, “Tanrı merkezli” bir özgürlük tanımı vardır. ABD'nin hukuki temeli sayılan Bağımsızlık Bildirgesi'nde, “insanlar, Yaratıcıları tarafından verilmiş, çiğnenemez haklara sahiptir” diye yazar. (Kıssadan hisse: “Tanrı merkezli bir yaşam tarzından insan merkezli bir yaşam biçimine geçmek”, hiç de matah bir şey olmayabilir.) Söz konusu ABD'nin de aynı Kuzey Kore gibi bir “laik cumhuriyet” olduğunu hatırlatayım. Ama ABD'de laiklik, sadece “devletle dinin ayrılması” anlamına gelir, “toplumun dinsizleştirilmesi” değil. Toplumdaki bireyler ve cemaatler, isterse alabildiğine dindar olur, isterse de dinsiz. Bu işe karışmak, devletin haddine değildir. Türkiye'de de laikliğin bu anlamda tarif edilmesi gerek. Bugüne dek, Kuzey Kore'ninki kadar olmasa da, bir hayli despotça yorumlanageldi.
Laiklik Bazen Despotluk Da Olabilir
[2 Ocak 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Türkiye'de bize hep “laikliğin dinsizlik olmadığı” söylenir ve bence de öyle olması gerekir. Ama bu kavramı dillerinden düşürmeyenlerin bazıları, bunu düpedüz öyle yorumluyor. Pazartesi günkü yazımda, bu durumu, ODTÜ Felsefe bölümünden Prof. Dr. Yasin Ceylan'ın 19 Aralık tarihli Radikal'de yayınlanan “AKP, İslam ve modernleşme” başlıklı kayda değer yazısına atıfta bulunarak ele almıştım.
Aynı yazıdan devam edelim ve bu sefer laikliğin nasıl olup da “demokrasinin ön şartı” değil, bilakis “despotizmin temeli” olabileceğini görelim.
Sayın Ceylan, laikliği “Tanrı merkezli bir yaşam tarzından insan merkezli bir yaşam biçimine geçiş” diye yorumluyor ve bunu tüm topluma yerleştirmek gerektiğini söylüyordu. Peki ama toplum bu programı kabul etmezse ne olacaktır? Prof. Ceylan buna şöyle cevap vermiş: