Türkçe Yazılar

Kürt Sorununda Meselenin Özü

[5 Aralık 2007 tarihli Star gazetesinde yayınlandı] “Kürt sorunu” çok karmaşık ve çetrefilli bir meseledir. Ancak sorunun şu anki aşamasının kaba bir tarifini şöyle yapmak mümkün: Modern tarihte hiç bir zaman kendini yöneten bir halk ve bir devlet sahibi olmamış olan Kürtler, artık tarih sahnesinde beliriyorlar. Bu geç kalmış milliyetçilik, Irak'ta federal bir Kürt devleti şeklinde ortaya çıkıyor. Türkiye'de ise, Kürt kimliği, fanatik milliyetçilikten meşru demokrat taleplere kadar uzanan bir yelpazede ifade buluyor. Bu yelpazenin fanatik tarafında kuşkusuz terör örgütü PKK var. Öte yanda, sadece “Kürt kimliğine saygı” ve hizmet beklentisi var. AK Parti'nin güneydoğu aldığı oylar, bu ikinci kitlenin ne kadar büyük olduğunu da gösteriyor. “Kürt sorunu”nun parametleri özetle böyle. Ama bir de “Türkiye resmi ideolojisi sorunu” var. Türkiye, açık konuşalım, var olan toplumsal gerçekliğe göre değil, tahayyül edilen yapay bir “ulus”a göre kurulmuş bir devlet. Resmi tasavvura göre, dünya üzerinde “Kürt” diye birilerinin olmaması gerekiyor. Kürtler, eğer Türkiye'de yaşıyorsa “Türk”, Irak'ta yaşıyorsa “Iraklı” olmak zorunda. İyi ama birilerinin Ankara'da oturup da dünyanın nasıl olması gerektiği konusunda kararlar vermesi, dünyayı gerçekten o hale getirmiyor. Hele de küreselleşme çağında, görmek istemediğiniz her şey giderek daha da gözünüze giriyor. Daha 90'lı yıllara kadar “Kürt diye bir şey yoktur” diyen ülkemizin yanıbaşında, bugün “Kürdistan Bölgesel Yönetimi” kurulmuş durumda. Ama 90'lara kadar Kürtlerin varlığını inkar edenler, şimdi de bu “Kürdistan”ın varlığını reddediyor. Türkiye bu “eski paradigma” ile yoluna devam edemez. Etmeye kalkarsa gerçekliği iyice ıskalar, iş iyice kötüye gider. “Eski paradigma”yı utana-sıkıla, “çaktırmadan”, minik rötuşlarla geliştirmeye çalışmak bile yetmez. Karşımızdaki gerçekliği dürüstçe kabul etmek ve ona göre yeni bir vizyon inşa etmek lazım. Bu vizyonun “Kuzey Irak” ayağını geçen hafta yerinde inceleyerek anlamaya çalıştım. Pazartesi günkü yazımda da belirttiğim gibi, beğensek de beğenmesek de burada bir “Kürdistan” var ve giderek de kök salıyor. Türkiye'nin, bu “oluşum”u baltalamak, aşağılamak veya tehdit etmek yerine, onunla diyaloğa girmesi gerek. Bunu yaptığımızda, PKK'yı sıkıştırmayı da, Türkmenler'in haklarını korumayı da daha iyi başarırız. Diyalog da, elbette, her söylenene inanarak değil, sağlamalı bir şekilde müzakere ederek olur. Kaldı ki Türkiye'nin çok esaslı bir “soft power” potansiyeli var burada. Irak Kürtleri ekonomik yönden bize zaten muhtaç. Dükkanlardaki malların yüzde 60'ı Türkiye'den geliyor. Buraya herkesten önce eğilmiş bir “sivil Türk girişimi” de çok önemli mesafeler almış: Fethullah Gülen hareketinin Kuzey Irak'ta açtığı sekiz ayrı okul, bölgedeki herkesin saygısını ve hayranlığını kazanmış durumda. Söz konusu hareket, şu an Erbil'de bir üniversite inşa ediyor. Aynı kentte gayet modern bir hastane de kurmuşlar. Türkiye'den buraya uzanmış en başarılı el, sanırım onlarınki. Diyebilirsiniz ki, “Kuzey Irak'ta Kürdistan kurulursa, bunun ileride pan-Kürdizm ruhuyla Türkiye'yi de etkilemeyeceğinin garantisi var mı?” Cevap: Yok. Bu dünyada hiç bir şeyin garantisi yok. Ama Kürt yönetimini reddederek elde edeceğiniz bir şey de yok. Sorunları inkar etmek yerine, gerçekçi ve soğukkanlı bir biçimde yönetmek lazım. Bunun için Türkiye şu an gerekli “teçhizat”a da sahip. Şimdiye dek hiç bir partiye nasip olmamış bir “Kürt teveccühü”nü kazanmış bir hükümet, gelişen bir ekonomi, ağır-aksak da olsa yürüyen bir AB ve demokratikleşme süreci var. PKK'nın zemini küçülüyor, giderek daha fazla Kürt vatandaş kendini “Türkiyeli” hissediyor. Meseleyi sabırla yönetmeye devam etmek lazım. Başka şansımız yok.
All for Joomla All for Webmasters