Orada Bir Kürdistan Var Uzakta...
[3 Aralık 2007 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
ERBİL - Bizim “Kuzey Irak” dediğimiz bir yer var ya... Aslında orasının yaygın adı “Kürdistan.” Üzerinde yaşayanlar böyle diyor ve zaten içine girdiğiniz andan itibaren de bir “Kürt ülkesi”nde olduğunuzu açıkça görüyorsunuz. Gönderlerde ortasında güneş figürü olan üç renkli Kürt bayrakları, duvarlarda Mesud Barzani ve Celal Talabani'nin yanyana portreleri var. Irak Anayasa'sı tarafından “otonom” yani kendi kendini yöneten bir bölge olarak kabul edilen, Süleymaniye, Erbil ve Dohuk illerinden oluşan bu küçük “ülke”, kendi hükümetine, parlamentosuna ve askeri gücüne sahip.
Türkiye PKK teröründen çok çektiği ve bu kanlı örgütün bir ayağı hemen hep sınırın güneyinde olduğu için, buradaki “Kürt oluşumu”na karşı ihtiyatla yaklaşmamız anlaşılır bir durum. Ama ihtiyat, bizi körlüğe yöneltmemeli.
Bu körlüğü kendi payıma aşmak için bir grup Türk gazeteci ile birlikte üç gündür buradayım. Üç önemli sorunun cevabını arıyorum. İlki, burasının Türkiye'ye karşı hasmane duygular besleyen potansiyel bir “düşman” olup olmadığı.
Cevap, sanılandan daha olumlu. Kürdistan'da hem “sokakta” hem de “yetkililer”de Türkiye düşmanlığı bir yana, aksine Türkiye hayranlığı ve dostluk dileği gözlemleniyor. İktidardaki Kürdistan Demokrat Partisi'nin (KDP) Mesud Barzani'den sonraki ikinci ismi olan Fazıl Mirani, bir kartal yuvasını andıran Selahaddin kentindeki parti genel merkezinde bize verdiği yemekte, bu olumlu mesajları üstüne basarak veriyor. “Türkler ile aynı dindeniz, aynı tarihi ve kültürü paylaşıyoruz, birlikte gelişelim, kalkınalım, ticaret yapalım” diyor. Barzani ve Talabani'nin Türk basınında alıntılanan ve “PKK destekçiliği” gibi algılanan sözlerinin bağlam dışı ve dolayısıyla yanlış anlaşıldığını, kendilerinin de PKK'dan çok çektiğini, bu örgüt yüzünden Türkiye ile aralarını bozmaya niyetli olmadıklarını söylüyor. Erbil ve Kerkük'ün Kürt valileri de benzer mesajlar veriyorlar.
İkinci önemli soru, Irak'taki Kürdistan'ın Türkiye Kürtleri için bir “cazibe merkezi” olup olmayacağı. Pek öyle olur gibi durmuyor. Öncelikle, burası Türkiye'ye kıyasla hemen her açıdan çok daha geri. Bunu yaşamın her detayında görebilmek mümkün. Zaten bu yüzden Türkiye'ye gitmek, İstanbul'u görmek burada bazıları için bir övünç kaynağı, diğerleri için bir rüya. “Petrol geliri”yle inşaatlar hızlansa ve arabalar yenilense bile, Türkiye hep daha “ileride” olacak. Öte yandan Türkiye ile Irak Kürtleri arasında, 80 yıldır ayrı ülkelerde yaşamanın getirdiği önemli kültürel ve dokusal farklılıklar var. Buradakiler de buna işaret ediyor ve “Pan-Kürdizm” peşinde olmadıklarını belirtiyorlar.
Üçüncü soru, buradaki diğer etnik gruplar, özellikle de Türkmenler'in durumu. Bu noktada iki farklı tablo ortaya çıkıyor. Birincisi, Kürdistan yönetimi ile barışık ve ona dahil olmuş Türkmenler. Bunların Türkmen isimleriyle kurulmuş siyasi partileri var. “Kürdistan hükümeti”nde iki bakanları, parlamentoda dört milletvekilleri mevcut. Kültürel yönden de geniş haklara ve özgürlüklere sahipler. Türkmen okulları, radyo ve televizyonları serbest. “Irak Kürdistan Bölgesi Kültür Bakanlığı” altında “Türkmen Kültür Müdürlüğü” bile kurulmuş.
Ancak bir de “Kürdistan” oluşumuna tümüyle karşı çıkan, bunun Türkmenleri “ikinci sınıf vatandaş” haline getireceğinden endişe eden “Irak Türkmen Cephesi” var. Türkiye'ye ve özellikle de Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yakınlığı herkesçe bilinen (ITC), diğer Türkmenleri “Kürtlerin kuklası” olmakla suçlarken, onlar da ITC'yi “Irak Türkmenlerini değil, Türkiye istihbaratını temsil etmekle” eleştiriyor.
ITC'nin Kerkük'teki genel merkezinde bizi karşılayan bir yetkili, “keşke Türk ordusu gelse de Irak'ın ortasına kadar her yeri alsa” diyordu.
Bu mümkün olmadığına ve olmayacağına göre, acaba Türkiye ITC'yi de biraz daha uzlaşmacı bir çizgiye mi yönlendirmeli?
Bunun ve diğer “Türkiye ne yapmalı” sorularının cevabı, Çarşamba'ya...