“Şimdi bugün bölgedeki siyasi yapıyı bir düdüklü tencere gibi düşünmek gerekiyor. Tencerenin kapağı Marksist ve Alevi çizgidedir. Bugün PKK'nın yönetici kadrosunun önemli bir kısmı Pazarcık, Elbistan ve Tunceli kökenlidir. Çoğu Stalinist bir anlayıştan geliyor. Tencerenin kendisi ise Sünni, Şafi ve Nakşibendi'dir. Dolayısıyla bugün tencereyle kapak arasında bir uyum sorunu vardır. Çünkü ateş tencerenin altındadır. Tencere yanıyor. Bütün köy boşaltmalar, bütün işkenceler, bütün ölümler bizim başımızdaydı. Yani tencere ateşin üzerinde, kapak da tencerenin üzerindeydi. Ama artık düdüklü tencere ötüyor. Ses çıkarıyor. Artık bu kapağı başımdan alın diyor. 22 bağımsız DTP'li içinde namaz kılan, Ramazan orucunu ful tutan bir tek kişi yok. Bunu hakaret anlamında söylemiyorum, bu bir tespittir. Çünkü bu insanların temsil ettikleri seçmenin yüzde 70'i oruç tutuyor, yüzde 65'i de beş vakit namaz kılıyor. Orhan Doğan'ın mitingine katılan kadınların yarısı çarşaflıydı. Aslında DTP'nin tabanı AKP gibi, kadroları CHP gibi. 'DTP'liler vekili oldukları kitleye benzemiyor.”Peki acaba nasıl oldu da “Stalinist” bir anlayıştan gelen Kürtçüler, gayet dindar olan bir kitlenin desteğini bugüne dek alabildiler? Bu soruyu AK Parti'nin 2001'den itibaren Diyarbakır il başkanlığını yürüten 22 Temmuz'da ise Diyarbakır'dan milletvekili seçilen Abdurrrahman Kurt'a sordum. Şu cevabı verdi:
“Eskiden DTP çizgisi bu bölgede çok oy alıyordu, çünkü Kürtlerin çoğu ‘Türk partileri bizi adam yerine koymaz, bir tek bunlar bizim hakkımızı savunuyor' diye düşünüyordu. Onları ‘dinsiz' görenler bile böyle düşünüyordu. Ama biz, bir ‘Türk partisi'nin bölgeye saygı, hürriyet ve hizmet götürebileceğini gösterdik.”Böyle olunca da bölgedeki muhafazakar kitle, “Stalinist” çizgileri hala ağır basan “Kürtçü parti” yerine, Kürt kimliğine saygı gösteren muhafazakar “Türkiye partisi”ne itibar etti. Bu durum karşısında “80 yıldır devletin aklı nerdeydi” diye sormak, AK Parti'yi Türkiye için hala “tehdit” sayan laik fundamentalistlere ise “izan” dilemek gerekiyor. Ancak bir de elbette AK Parti'yi uyarmak icap ediyor: Bölgede kazandıkları büyük destek, aynı zamanda büyük bir sorumluluk. Eğer önümüzdeki beş yıl içinde, bölgeye daha da fazla hizmet götürererek, yaraları sararak, Türkiye'de demokrasi ve özgürlükleri daha da yerleştirerek, bir taraftan da terörün önünü keserek “Kürt sorununu” yönetirlerse, Türkiye'nin bu büyük problemine çare bulmaya çok yaklaşmış olurlar. Aksi halde elde edilen bu büyük fırsata yazık olur.