Türkçe Yazılar

Kürt Sorununa AK Çözüm Mü?

Gul.jpg Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül bugünlerde kapsamlı bir güneydoğu gezisinde. Bölge halkının ona büyük bir ilgi gösterdiği, Sayın Cumhurbaşkanı'nın adeta bir “sevgi seli” ile karşılandığı gözlerden kaçmıyor. Bu, kuşkusuz Türkiye için büyük bir şans. Güneydoğu'nun çoğunluğu Kürt kimlikli olan yurttaşlarının devletin zirvesini bu denli kendilerine yakın ve hatta “kendilerinden” hissetmeleri, 80 yıldır kanayan yaraların sarılması için önemli bir psikolojik zemin oluşturuyor. Sayın Cumhurbaşkanı'nı bu isabetli gezisinden ötürü kutluyor, “milletin evladı”nın milletin en kenarda kalmış kesimlerini kucaklayışını sevinçle karşılıyorum. Sayın Cumhurbaşkanı kuşkusuz artık hiç bir partiyi temsil etmiyor. Ancak geldiği siyasi gelenek ve bunun ona kazandırdığı değerler ve kimlik göz ardı edilemez. Dolayısıyla kendisine güneydoğuda gösterilen sevginin, AK Parti'nin 22 Temmuz seçimlerinde bölgede kazandığı büyük destekle de paralel düştüğünü kabul etmek gerek. Bu ikinci meseleyi Türkiye Günlüğü dergisinin sohbahar sayısında yayınlanan bir makalede ele almıştım. “Kürt Sorununa AK Çözüm mü?” başlıklı yazıdaki görüşlerin, Sayın Cumhurbaşkanı'nın güneydoğu gezisiyle de desteklendiğini düşünüyorum. Umarım yakalanan bu ivme devam eder ve “yeni Ankara” ile eskisiyle 80 yıldır ters düşen güneydoğu arasında kalıcı bir kucaklaşma mümkün olur. KÜRT SORUNUNA AK ÇÖZÜM MÜ? [Türkiye Günlüğü dergisinin Sonbahar 2007 sayısında yayınlandı] “Kürt sorunu” tartışmalı bir kavramdır. Kimileri bunun yerine “Güneydoğu sorunu” veya “terör sorunu” demeyi tercih eder. Ancak adına ne dersek diyelim, sanırım şu hükme fazla itiraz gelmeyecektir: Meselenin özü, Türkiye'nin anadili Kürtçe olan vatandaşlarının, bu ülkeye ve devlete sadakat gösterip göstermedikleridir. Bu vatandaşlar Türkiye'nin mevcut sınırları içinde Türk bayrağı altında yaşamayı kabul etmekte midirler? Yoksa ayrı bir devlet kurmak niyetinde midirler? Geleceklerini Türkiye içinde mi yoksa dışında mı görmektedirler? Temel problem budur. Eğer Kürt vatandaşların talebi “Türkiye içinde kalmak” eksenli olursa, sorunun çözülmesi kolaylaşır. Çünkü o zaman mesele “Türkiye'nin demokratikleşmesi ve özgürleşmesi” hedefiyle birleşir. Zaten Kürt vatandaşların yaşadıkları baskılar ve uğradıkları mağduriyetler - dillerinin yasaklanması, kimlik ve kültürlerinin yok edilmek istenmesi - aslında ülkemizdeki demokrasi ve özgürlük eksiğinin sonucudur. Bu temel sorun sadece Kürt vatandaşları değil, daha pek çok toplumsal kesimi mağdur etmiştir ve halen de etmektedir. Örneğin başörtülü vatandaşlar eğitim hakkından yoksun bırakılmakta, resmi kurumlardan dışlanmaktadırlar. “Başörtü yasağı” ile “Kürtçe yasağı”nı üreten zihniyet aslında aynıdır; “Halk için halka rağmen” diyen “kafa”dır. Türkiye bu “kafa”nın egemenliğini aşar da, hakimiyetin dar bir zümreye değil tüm millete ait olduğu tam demokratik bir ülke haline gelirse, Kürt vatandaşları mağdur etmiş olan şartlar da ortadan kalkar. Sorun, bu şekilde çözülebilir. Ancak ne yazık ki mesele bu kadar basit değildir, çünkü “Kürt sorunu” dediğimizde işin içine sadece meşru özgürlük ve demokrasi talepleri değil, aynı zamanda etnik milliyetçilik temeline dayalı bir “devlet talebi” de girmektedir. Hiç bir başörtü mağdurunun aklına “bağımsız başörtü cumhuriyeti” kurmak gelmez, ama bazı Kürt vatandaşların aklına “bağımsız Kürdistan” kurmak hedefi gelmiştir ve PKK'nın 80'lerin başlarında dile getirdiği hedef de budur. Bugün PKK lideri ve kadroları bu söylemden geri adım atmış olsalar da, o çevreden zaman zaman yayılan “Kürt halkının self-determinasyonu” gibi sözler, hedefin “demokratik Türkiye” değil, “bağımsız Kürdistan” olduğunu hissettirmektedir. Bu hedefe inanan romantik Kürt milliyetçileri elbette her zaman var olacaktır. Ama acaba bunlar Kürt vatandaşların kayda değer bir bölümünü kendi saflarına çekebilirler mi? Yoksa bu vatandaşlarımız, “demokratik Türkiye” hedefiyle iktifa edip, geleceklerinin “Türkiye içinde” olduğuna ve olması gerektiğine karar verirler mi? Ve Türkiye'yi yönetenler bu konuda ne yapabilir? Kürtçe konuşan vatandaşları Kürt milliyetçiliğine “kaptırmamak” için hangi yolları izleyebilirler? Tehditle ‘Mutlu' Etmek? 22 Temmuz 2007 seçimleri, üstteki sorulara ışık tutan çok önemli bir tablo koydu Türkiye'nin önüne. Bu tabloya bakarak, Kürt sorununun nasıl çözülebileceğini ve nasıl çözülemeyeceğini görmek mümkün. Önce olumsuzdan başlayalım. Bunun için de 22 Temmuz seçimlerinin biraz öncesine, ünlü 27 Nisan gecesine gitmek yerinde olur. Bilindigi gibi o gece Türk Silahlı Kuvvetleri'nin internet sitesinde sert bir “laiklik uyarısı” yayınlanmıştı. Kimilerinin “e-muhtıra” olarak da adlandırdığı bu metin, “Ne Mutlu Türküm diyene anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti¬ínin düşmanıdır ve öyle kalacaktır¬î diye sonlanıyordu. Yani devletin en temel kurumlarından biri, kendi halkına, “ya dediğim şekilde mutlu olacak, ya da düşmanım sayılacaksınız” demiş oluyordu. Bu muhtıraya açıkça destek veren tek siyasi parti Deniz Baykal'ın liderliğindeki CHP oldu. MHP ise, destek vermese de, muhtırada dile getirilen kimi görüşlere yakın duran bir profil çizdi. Öyle ki MHP'nin İstanbul'dan birinci sıra milletvekili olan (ve 22 Temmuz'da parlamentoya seçilen) Gündüz Aktan, seçim öncesi dönemde CHP ve MHP'nin “Cumhuriyet partileri”, AK Parti'nin ise “Cumhuriyet düşmanı” olduğunu ileri sürüyordu. Sayın Aktan'ın sözünü ettiği bu “Cumhuriyet” her ne ise, 22 Temmuz'da Türkiye'nin Kürt vatandaşları arasında hiç bir itibar bulamadı. Seçimlerinin belki de en çarpıcı sonucu, Türkiye'nin güneydoğu illerinde oyların AK Parti ve Bağımsızlar arasında paylaşılması, öteki partilerin adeta silinmesiydi. Kürt milliyetçiliğinin sembol kenti haline gelen Diyarbakır'da AK Parti oyları yüzde 47'i aşarken CHP ve MHP'nin oy oranları yüzde 2'yi geçemedi. Kendini “Cumhuriyet'in bekçisi” sayan CHP, tüm güneydoğuda hezimete uğradı. Siirt, Batman, Van, Muş, Bingöl, Ağrı, Hakkari gibi illerin hepsinde CHP'nin oyları yüzde 4'ün altında kaldı. Bu tablonun ortaya koyduğu sonuç, “CHP siyaseti”nin Türkiye'nin Kürt vatandaşlarının kalplerini kazanmak konusunda en ufak bir başarı gösteremediğidir. CHP'nin temsil ettiği “Cumhuriyet” anlayışı her ne ise - ki bunun “demokrasi”den ziyade “oligarşi” ile tarif edilmesi gerektiğini söylemek bir abartı olmaz - bu, Türkiye'nin Kürt vatandaşları için “çekici” değil “itici” bir unsurdur. AK Parti'nin Sırrı 22 Temmuz seçimleri CHP'yi güneydoğudan silerken bir başka partiyi yükseltmiş, hatta bölgenin en güçlü siyasi akımını olarak tescil etmiştir. Bu, bölge genelinde yüzde 50'nin üzerinde oy alan, “Kürtçü siyaset”in temsilcisi sayılan “Bağımsız” adayları da gölgede bırakan AK Parti'dir. Bunun anlamı ise AK Parti'nin Kürt kökenli vatandaşların kalbini kazanabildiğidir. Peki bu nasıl mümkün olmuştur? 22 Temmuz'u ve ondan sonraki bir kaç günü Diyarbakır ve çevresinde geçirerek bu sorunun cevabını aradım. Bulduklarım, Türkiye Günlüğü dersinin Bahar 2007 sayısında yayınlanan “Türk Milliyetçiliği'nin Kürtlükle İmtihanı” başlıklı yazıda vurguladığım “çözüm ilkeleri”ne uygun düşüyordu. Bu ilkeleri; Kürt kimliğine saygı, ortak tarihe saygı, dine saygı ve demokrasi ve özgürlüklere destek diye sıralamıştım. AK Parti'nin bu çizgideki söylem ve icraatlarının, bir de bölgeye götürülen önemli hizmetlerle birleşince, bölge halkı arasında büyük bir kabul gördüğünü söylemek mümkün. Öncelikle “Kürt kimliğine saygı”yı ele alalım. Bunun, Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren “bölünme” endişesi nedeniyle pek mümkün olmadığını, aksine devletin Kürt kimliğini inkar etme yoluna gittiğini biliyoruz. Bu politikanın iflası 90'lı yıllarda devletin en üst noktalarından ifade edilse ve “Kürt realitesi” tanınsa bile, devlette ve “devlet partileri”nde “Kürtlüğü bağrına basma” tavrı yine de pek gözlenemedi. Oysa AK Parti, baştan beridir bu konuda daha açık görüşlü davrandı ve bunu hissettirdi. Başbakan Erdoğan “Kürt sorunu” sözünü telaffuz eden ve devletin bu konuda hatalar yaptığı kabul eden ilk Başbakan oldu. (Bu yüzden de çok sert eleştirilere uğradı; oysaki o sözleriyle bölge halkına umut vermiş oluyordu.) AK Parti'nin Kuzey Irak konusunda TSK, CHP ve MHP'ye kıyasla daha ılımlı olan söylemi de, Kürt vatandaşların sempatisini kazandı. Çünkü, her ne olursa olsun, Güneydoğu'daki Kürt vatandaşlar sınırın öteki yanındaki Kürtleri akrabaları olarak görüyor ve onlarla kalbi bir yakınlık kuruyorlar. AK Parti'nin Türkiye'nin PKK'ya karşı meşru mücadele hakkı ile Kuzey Irak'taki Kürt otoritesine tahammülsüzlüğü birbirinden ayıran siyaseti, bölge halkını olumlu etkiledi. Hürriyet yazarı Yalçın Doğan, 14 Temmuz tarihli köşesinde, Güneydoğu köylerinde "CHP olmiştir MHP, fark yoktir aralarında, onlara oy da yoktir burada... şövendir onlar" sözlerini çok sık duyduğunu, ama AK Parti'nin aynı bölgede çok güçlü olduğunu belirtiyordu. Belli ki bölge halkı AK Parti'yi “şoven” görmüyordu. AK Parti hükümeti döneminde Türkiye'de demokrasi ve özgürlüklerin genişlemesi, Avrupa Birliği sürecinin de etkisiyle Kürtçe'nin üzerindeki kısıtlamaların kalkması, örneğin devlet televizyonunda haftada yarım saat bile olsa Kürtçe yayın yapılması gibi gelişmeler de, bölge halkının umutlarını yükseltti. Meselenin bir diğer can alıcı noktası olan dini değerler boyutuna geçmeden önce, bir de AK Parti'nin bölgeye götürdüğü hizmetlere değinmek gerek. Diyarbakır ve köylerinde konuştuğum pek çok insan, son beş yılda yüzlerce köye su götürüldüğünü, yoksul ailelere eğitim yardımı yapıldığını, AK Parti teşkilatlarının mahalle mahalle çalışarak ihtiyaç sahiplerine el uzattığını anlattı. Ergani'nin köy kahvesinde oğlunun ameliyatını yeşil kartla yapan hammal Adem beyin veya kızına ücretsiz verilen ders kitaplarına sevinen emekli öğretmen Hacı beyin hikayelerini dinledim ve “Allah Erdoğan'dan razı olsun” dualarını işittim. Burada AK Partili belediyelerin başarısını da belirtmek ve bunu özellikle DTP'li belediyelerin performansı ile kıyaslamak gerek. Zihin ve mesailerini daha çok ideolojik meselelere harcayan DTP'li belediye başkanları pek tatminkâr bir sınav verememiş durumdayken AK Partili belediyeler bölgede büyük takdir kazanmış. Bu hizmetler, ekonomik getirisi yanında, bir de bölge halkına “insan yerine konma” duygusu vermiş durumda. Dindar Kürtler, Laik Kürtçüler Gelelim meselenin kritik bir boyutu olan dini değerler meselesine. Malum, AK Parti, kurulduğu günden itibaren bazı çevrelerce “dinci” olmakla ve bu yüzden Cumhuriyet'e tehdit oluşturmakla itham ediliyor. Oysa Güneydoğu'ya bakınca AK Parti'nin tam da bu yüzden Cumhuriyet için büyük bir garanti olduğunu, daha doğrusu temsil ettiği muhafazakar değerler sayesinde Kürt vatandaşlarla bağ kurabildiğini görmek mümkün. Bunun için de önce Kürt vatandaşların büyük bölümünün aslında son derece dindar bir kültüre sahip olduğunun altını çizmek gerek. Kürt aydın Altan Tan, 30 Temmuz 2007 tarihli Milliyet'te yayınlanan söyleşisinde, güneydoğudaki bu dindar “taban” ile ileri derecede laik “tavan” arasındaki farka şöyle işaret etmişti:
“Şimdi bugün bölgedeki siyasi yapıyı bir düdüklü tencere gibi düşünmek gerekiyor. Tencerenin kapağı Marksist ve Alevi çizgidedir. Bugün PKK'nın yönetici kadrosunun önemli bir kısmı Pazarcık, Elbistan ve Tunceli kökenlidir. Çoğu Stalinist bir anlayıştan geliyor. Tencerenin kendisi ise Sünni, Şafi ve Nakşibendi'dir. Dolayısıyla bugün tencereyle kapak arasında bir uyum sorunu vardır. Çünkü ateş tencerenin altındadır. Tencere yanıyor. Bütün köy boşaltmalar, bütün işkenceler, bütün ölümler bizim başımızdaydı. Yani tencere ateşin üzerinde, kapak da tencerenin üzerindeydi. Ama artık düdüklü tencere ötüyor. Ses çıkarıyor. Artık bu kapağı başımdan alın diyor. 22 bağımsız DTP'li içinde namaz kılan, Ramazan orucunu ful tutan bir tek kişi yok. Bunu hakaret anlamında söylemiyorum, bu bir tespittir. Çünkü bu insanların temsil ettikleri seçmenin yüzde 70'i oruç tutuyor, yüzde 65'i de beş vakit namaz kılıyor. Orhan Doğan'ın mitingine katılan kadınların yarısı çarşaflıydı. Aslında DTP'nin tabanı AKP gibi, kadroları CHP gibi. 'DTP'liler vekili oldukları kitleye benzemiyor.”
Peki acaba nasıl oldu da “Stalinist” bir anlayıştan gelen Kürtçüler, gayet dindar olan bir kitlenin desteğini bugüne dek alabildiler? Bu soruyu AK Parti'nin 2001'den itibaren Diyarbakır il başkanlığını yürüten 22 Temmuz'da ise Diyarbakır'dan milletvekili seçilen Abdurrrahman Kurt'a sordum. Şu cevabı verdi:
“Eskiden DTP çizgisi bu bölgede çok oy alıyordu, çünkü Kürtlerin çoğu ‘Türk partileri bizi adam yerine koymaz, bir tek bunlar bizim hakkımızı savunuyor' diye düşünüyordu. Onları ‘dinsiz' görenler bile böyle düşünüyordu. Ama biz, bir ‘Türk partisi'nin bölgeye saygı, hürriyet ve hizmet götürebileceğini gösterdik.”
Böyle olunca da bölgedeki muhafazakar kitle, “Stalinist” çizgileri hala ağır basan “Kürtçü parti” yerine, Kürt kimliğine saygı gösteren muhafazakar “Türkiye partisi”ne itibar etti. Bu durum karşısında “80 yıldır devletin aklı nerdeydi” diye sormak, AK Parti'yi Türkiye için hala “tehdit” sayan laik fundamentalistlere ise “izan” dilemek gerekiyor. Ancak bir de elbette AK Parti'yi uyarmak icap ediyor: Bölgede kazandıkları büyük destek, aynı zamanda büyük bir sorumluluk. Eğer önümüzdeki beş yıl içinde, bölgeye daha da fazla hizmet götürererek, yaraları sararak, Türkiye'de demokrasi ve özgürlükleri daha da yerleştirerek, bir taraftan da terörün önünü keserek “Kürt sorununu” yönetirlerse, Türkiye'nin bu büyük problemine çare bulmaya çok yaklaşmış olurlar. Aksi halde elde edilen bu büyük fırsata yazık olur.
All for Joomla All for Webmasters