Cumhuriyet'in Dindar Çocukları
[29 Ekim 2007 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
LONDRA - Britanya'nın dev saat kulesi “Big Ben” ile ünlenmiş olan görkemli parlamento binası, dünyanın son üç yüzyıllık tarihine etki etmiş en önemli siyasi merkezlerden biri olmalı. Geçtiğimiz perşembe günü bu binayı etkileyen en önemli olay ise, muhtemelen, “İslam Dünyasının Dönüşümü: Gülen Hareketinin Katkıları” adlı konferansın açılışı oldu. Lordlar Kamarası'nın gösterişli bir salonunda toplanan onlarca İngiliz politikacı ve bürokrat, Türk din adamı Fethullah Gülen'in öncülüğünde başlayan dev bir eğitim hamlesinin dünyaya nasıl yayıldığını dinlediler. Ve dahası, takdir ettiler.
Söz konusu konferans, Lordlar Kamarası'nın yanısıra London School of Economics (LSE) ve School of Oriental and African Studies (SOAS) gibi iki prestijli fakülte tarafından misafir edilen uluslararası bir akademik toplantıydı. Dünyanın farklı üniversitelerinden gelen 47 ayrı uzman, Gülen hareketinin felsefesini ve çalışmalarını detaylıca inceleyen tebliğler sundular.
Bu kadar geniş bir akademik birikimi siyasi bir boyutla taçlandırmak, konferansı organize eden “Gülen hareketi mensupları” için gerçekten de büyük bir başarı. Ancak başarı aslında sadece onlara değil Türkiye'ye ait. Çünkü konferanstaki tebliğimde de belirttiğim gibi, gerek Gülen hareketi gerekse toplumumuzdaki diğer “yerli” İslami hareketler, Osmanlı modernleşmesi sırasında kök salan ve Cumhuriyet döneminde olgunlaşan modern bir İslam yorumunu temsil ediyorlar.
Kuşkusuz “kitap”ta tek bir İslam var. Ama bu tek din hayata geçirildiğinde ortaya çok farklı uygulamalar çıkıyor. Osmanlı/Türkiye toplumunun da kendi tarihsel tecrübesinden kaynaklanan özgün bir yorumu mevcut. “Türk İslamı” denebilecek bu yorumun şiddeti dışladığını, aksine hoşgörüye inandığını, dahası demokrasiyi ve hatta laikliği kabul ettiğini artık Batılı akademisyenler ve siyasetçiler anlıyor ve anlatıyor. Hem de hayranlıkla...
Gelgelelim yabancıların gördüğü bu gerçeği bazen yerlilerimiz göremiyor. Aksine, Türkiye'deki İslami cemaat ve hareketlerin faaliyetleri karşısında sürekli dehşete kapılıp duruyorlar. Bu dini oluşumların “Cumhuriyetin altını oyduğundan” ve laik devleti yıkmak için dolaplar çevirdiğinden adları gibi eminler.
Ben durumun bu denli vahim ve karikatürvari olduğu kanısında hiç değilim. Ancak Türkiye'deki İslami kesimlerin uzunca bir süre “laik Cumhuriyet”ten pek hazzetmedikleri doğru. Fakat bunu söylerken hemen durup sormak lazım; “iyi de, laik Cumhuriyet bunları hiç rahat bıraktı mı ki,” diye.
Daha Cumhuriyet'in ikinci yılında kapatılan tarikatların ve sürekli rejim baskısı altında yaşayan İslami cemaatlerin tüm bunları sevinçle karşılaması elbette beklenemezdi. Ama tüm bu “laikçilik” baskısına rağmen, bu ülkenin dindarları, Cumhuriyet'i yıkmaya değil, onu daha ılımlı ve demokratik bir hale getirmeye çalıştı. Gidip de “silahlı direniş” başlatmadılar, “İslami Halk Kurtuluş Cephesi” filan kurmadılar. Aksine, merkez sağ partilere oy vererek laik sistem içinde din özgürlüğü aradılar. Menderes'e, Özal'a ve Ak Parti'ye destek verdiler. Bugün gelinen noktada ise, laikliği de açıkça benimsiyor, sadece daha liberal bir yorumunu istiyorlar.
Artık “laikçi”lerimizin de tüm bunları görmesi ve “din fobisi”nden kurtulması gerekiyor. Bakın, dile kolay, Cumhuriyetimiz'in seksendördüncü yılını kutluyoruz. Artık olgunlaşmamızın, kuruluş dönemi korkularını aşmamızın vakti geldi. Cumhuriyet'in, sadece “laik yaşam biçimi”ne sahip olanları değil, dindarları da has çocukları ve eşit vatandaşları olarak kucaklaması lazım. Onlar buna çoktan hazır.