Evrim Savaşlarında Son Durum
[17 Ekim 2007 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Şu günlerde Radikal gazetesinin sütunlarında evrim, yaratılış, bilim ve hatta "budalalık" konusunda ilginç bir tartışma sürüyor. Önce gazetenin 7 Ekim tarihli "Yaratılış teorileri insan haklarına tehdit" başlıklı haberinde, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin aldığı “Eğitimde Yaratılışçılık Tehlikeleri” başlıklı bir kararı duyruldu. Yazar Nuray Mert, bu kararı "Bilim budalalığı" olarak yorumladı. Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan ise üst üste iki yazı yazıp Mert'in suçlamalarını karşıladı, hatta eleştirdi.
"Bu dünya üzerinde yaşam nasıl var oldu" sorusuna verilen farklı cevaplardan doğan bu tartışmada belli ölçüde dirsek çürütmüş biri olarak ben de bir şeyler söyleyeyim.
Aslında ülkemizde yüzyılı aşkın bir geçmişi olan evrim-yaratılış kamplaşmasında, diğer pek çok konuda olduğu gibi, gereksiz bir ak-kara ikilemine düşüyoruz. Oysa bugün bilim ve felsefe dünyasında bu konuda çok daha karmaşık bir tablo ve farklı ekoller var.
İlk ekol, ateist evrimciler. Bunlar, "yaşam tesadüfi bir evrim sürecinin ürünüdür" diyor ve bunun da Allah'ın varlığı fikrini çürüttüğünü iddia ediyorlar. Kitapları TÜBİTAK tarafından Türkçe'ye çevrilen İngiliz zoolog Richard Dawkins, söz konusu "militan ateistler"in başında geliyor. Dawkins, Charles Darwin'in evrim teorisi sayesinde ateizmin kanıtlandığı inancında.
Ancak Darwin'in evrim teorisini aynen kabul eden, fakat cansız maddelerin olağanüstü derecede karmaşık canlı sistemlere dönüşmesinde ilahi bir plan gören "inançlı evrimci"ler de var. Bunlardan biri, ünlü "İnsan Genomu Ulusal Araştırma Enstitüsü”nün direktörü olan genetikçi Francis Collins. Prof. Collins, "evrimci" olmanın yanında iyi bir Hıristiyan. DNA'yı konu alan 2006 basımı "The Language of God" (Tanrı'nın Dili) adlı kitabının altbaşlığı ise yeterince açıklayıcı: "Bir bilim adamı imana dair kanıtlar sunuyor."
Darwinizm'i kabul eden ama farklı yorumlayan bu iki ekolden sonra, üçüncü bir grup olarak, evrimi kabul eden ama Darwinizm'i eleştirenler var. Bunlar, "doğada daimi bir değişim olduğu doğrudur, ama Darwin'in mekanizmaları bunu açıklamak için yeterli değildir" diyorlar. "Akıllı Tasarım" teorisini savunanların çoğu da bu ekole dahil. Söz konusu teori, evrim sürecinin sadece doğal etkenlerle değil, aynı zamanda "bilinçli müdahale"yle işlediğini savunuyor. Bilinçli müdahalenin izinin de canlıların karmaşık sistemlerinde sürülebileceği görüşünde.
Gelelim dördüncü ekol olan “yaratılışçılar”a. Aslında Yaratıcı'nın varlığını kabul ettikleri için inançlı evrimcilere ve Akıllı Tasarımcılara da “yaratılışçı” denebilir. Nitekim ikincisine bazen deniyor da. Oysa aynen “dinci” kelimesinde olduğu gibi, “yaratılışçı” kelimesinde de özel bir anlam var. Bunu savunanlar, “Allah canlıları bugün gördüğümüz halleriyle yaratmış ve sonra da bir değişim yaşanmamıştır” diyorlar. Bunu derken de bazı bilimsel verileri alıp kullansalar da, aslında dini kaynaklara (ve dahası onların belirli bir yorumuna) dayanıyorlar.
İşte burada İsmet Berkan'ın da sık sık işaret ettiği bir problem var. Çünkü eğer siz dini bilgileri bir “veri” olarak bilime katarsanız, İslam'a, Hıristiyanlık'a veya Budizm'e göre bilim yapmaya başlarsınız. Oysa bilimin insanlığın ortak ve objektif malı olması gerekir. Dolayısıyla aynen “laik hukuk” gibi “laik bilim” de iyidir ve gereklidir.
Ancak “laik hukuk”tan “laikçilik” çıkarma tehlikesinde olduğu gibi, “laik bilim”den de materyalist despotizm çıkarma tehlikesi var. Bu iş en kaba haliyle Sovyetler Birliği'nde yapılır, bilimsel çalışmalarda “diyalektik materyalizme uygunluk” zorunluluğu aranırdı. Günümüzün Darwinci ateistlerinde de benzer bir dogmatizm, bilimi ateizmin yedeğine alma çabası var. Bilimsel verilerden din lehine çıkan her sonucu “Ortaçağ zihniyeti” diye yaftalayıp susturmaya çalışmaları, bariz bir örnek. Bu yolla kanıtladıkları bir şey varsa, o da bağnazlığın kimsenin tekelinde olmadığı.