Türkçe Yazılar

‘Yeryüzünde Yaşamın Kökeni'-Konferans Notları

IDistanbul2.jpg Geçtiğimiz (24 Şubat) Cumartesi İstanbul Cemal Reşit Rey Konser Salonu'nda düzenenen “Yeryüzünde Yaşamın Kökeni” konferansı, oldukça başarılı geçti. 500 civarında izleyici, soğuk ve yağışlı havaya rağmen hem konferansa katıldı, hem de yaklaşık dört saat süren programı baştan sona ilgiyle izledi. Bu yoğun ilgi nedeniyle, konferansa katılan herkese teşekkür ediyorum. Program, önce İsa Tatlıcan'ın hazırladığı 7 dakikalık bir multivizyon gösterisi, ardından benim yaptığım 15 dakikalık bir açılış konuşması ile başladı. Bu konuşmanın metnini, “Türkiye'deki Din-Bilim İkilemini Yeniden Düşünmek” sayfasından okuyabilirsiniz. Diğer konuşmaların ses dosyaları ise bir süre sonra bu siteye eklenecek. Konferansın ilk konuşmacısı, Dr. David Berlinski idi. Darwinizm'e getirdiği bilimsel eleştirilerle dünya çapınan tanınan bir bilim adamı olan Berlinski, “Darwin Nerede Yanıldı” gibi ciltleri doldurabilecek bir konuyu 30 dakikalık konuşmasında ustaca özetledi. Önce doğal seleksiyonun yeni özellikler yaratan bir mekanizma olmadığını, zaten “yapay seleksiyon” yoluyla canlılarda gözlemlenen değişimlerin hiç bir zaman belirli bir sınırı aşamadığını vurguladı. “Tavukları ne kadar farklı biçimlerde seleksiyona uğratırsanız uğratın, küp şeklinde yumurtlamalarını sağlayamazsınız” diyen Berlinski'ye salondan “olur, yeterince evrimleşirlerse o da olur” gibi bir itiraz geldi. (Ben oturum başkanı olarak “bu itirazı lütfen soru-cevap kısmında dile getirin” dediysem de, aynı izleyeciden bir daha ses çıkmadı.) Berlinski konuşmasında Darwinizm ile fosil kayıtları arasındaki uyumsuzluğa da vurgu yaparak ilginç bir örnek vardı. “Düşünün İstanbul'da huzurlu bir hayatınız var, sokaklarda in-cin top oynuyor, ama nedense gece yarısı sadece bir dakikalığına ateş motorlarıyla hareket eden yeni bir şeyler şehre giriyor” diyen Berlinski, şöyle devam etti:
“İşte yaşamın tarihi de böyle. Uzun süren sessizlik ve durağanlık dönemlerinden sonra aniden yepyeni canlılar beliriyor yeryüzünde. Sonra yine sessizlik ve durağanlık, ve sonra yeniden devrimsel değişimler. Bu, Darwinizm ile taban tabana zıt.”
Konferansın ikinci konuşmacısı olan Dr. Paul Nelson, slaytlar eşliğinde yaptığı konuşmasıyla, Darwinizm'e alternatif bir bilimsel teori olan Akıllı Tasarım'ın kısa ve iyi bir özetini yaptı. Nelson, insanoğlunun her gün karşılaştığı cisimleri iki türlü sebeple açıkladığını vurguladı: Doğal sebepler ve akıllı sebepler. Örneğin gelişigüzel bir taş yığınını doğal sebeplerle (rüzgar, yağmur, yerçekimi vs.) açıklayabilirdik, ama taşların düzenli bir biçimde bir araya getirilmesiyle oluşturulmuş bir kompozisyon gördüğümüzde, bunun akıllı bir sebebin ürünü olduğunu hemen anlıyorduk. Aynı akıl yürütme biçiminin adli tıp, arkeoloji, dünya dışı akıl araştırmaları gibi farklı bilim dallarında kullanıldığını vurgulayan Nelson, “neden aynı yöntemi biyolojide kullanmayalım” diye sordu. Bunun tek nedeni, “biyoloji canlıları sadece doğal sebeplerle açıklar” şeklindeki “bilimsel” kuraldı. “İyi ama kanıtlar bizi aksi yöne götürüyorsa niçin bilimi bu gibi kurallarla sınırlamalıyız” diye sorguladı Nelson. Son olarak da bilim adamlarının hamamböceklerinden ilham alarak yaptıkları ancak onlar kadar verimli ve başarılı işlemekten çok uzak olan “robot böcekler”den söz etti. “Bu konferansa geldiğinizde girişte böcek şeklinde bir robot görseydiniz, ‘bunu kim yaptı' diye sorardınız,” dedi Nelson, “peki canlı böceği görünce neden aynı soruyu sormayalım?” Oxford Üniversitesi'nden gelen üçüncü konuşmacı Dr. John Lennox ise, bilim ve din konularını daha felsefi ve kuramsal bir açıdan ele aldı. Öncelikle bilimin tek bilgi kaynağı olmadığının altını çizdi. “Eğer bilim bize her şeyi öğretebilseydi, o zaman şiir ve edebiyat olmazdı” diyen Dr. Lennox, bilimin ahlaki normlar üretemeyeceğini, bize doğru ve yanlışı gösteremeyeceğini de vurguladı. Peki ama bilim kendi alanına giren konularda din hakkında ne gibi sonuçlara varıyordu? Büyük bilim adamlarının kiminin dindar kiminin de ateist olduğuna dikkat çeken Dr. Lennox, burada bir “dünya görüşleri farklılığı” yaşandığını, ancak bilim sonuçlarının giderek daha belirgin bir şekilde teizm lehine ve ateizm aleyhine sonuçlar verdiğini belirtti. Bilimi ateizmle özdeşleştirenlerin içine düştüğü önemli bir yanlışın da altını çizdi. “Bir sistemin nasıl çalıştığını açıklamak, o sistemin yaratılmadığını göstermek anlamına gelmez” hatırlatmasını yaptı. Dr. Lennox'a göre Napoleon ve Laplace arasındaki ünlü diyalogta temel bir hata vardı. Laplace gezegenlerin hareketini formüle etmiş, Napolean ise “Tanrı bu formüllerin neresinde” diye sorunca ona “o hipoteze gerek görmedim” diye cevap vermişti. “Ama soru yanlış bir soruydu” dedi Dr. Lennox. Ona göre Newton, “bu karmaşık formüllere göre işleyen bu harika sistem nasıl ortaya çıkmış” diye sorsaydı, alacağı cevap farklı olabilirdi. Konferansın son konuşmacısı olan Dr. Alpaslan Açıkgenç ise, bilim, doğa ve yaşam konularına İslamiyet'in nasıl bir açıklama getirdiğini anlattı. İslâm'ın birinci asrında Müslümanlar henüz hiçbir bilimle uğraşmazken çok gelişmiş bir bilimsel zihniyetin var olduğunu, bu sayede Müslümanların o zamanın bütün bilimlerinde en yüksek düzeye eriştiklerini belirten Dr. Açıkgenç, İslam'ın bilimi “Allah'ın yarattığı varlıkların incelenmesi” olarak gördüğünü belirtti. Ona göre Kur'an'da kullanılan “yeryüzü”, “kâinat”, “dünya” gibi kelimeleri “tabiat” kavramı ile eşanlamlı sayılabilirdi. Ancak Yunan felsefesinden gelen “tabiat” kavramı “etken”di; hâlbuki İslâm anlayışında çok edilgen bir anlama sahipti. Yani “yaratılan”dı. Kuran hayatın da yaratıldığını dile getirmiş, dahası hayata anlam yüklemiş ve bir amacı olduğunu vurgulamıştı. Ben konferansın sonundaki kapanış yorumunda bilimin biyoloji alanındaki buluşlarının “canlılığın yaratıldığı” görüşünü desteklediğini, İslamiyet gibi ilahi dinlerin ise bu görüşü asırlar öncesinden ortaya koyduğunu vurguladım. Bir başka deyişle, dinle bilimin kesiştiği alanlarda, bazılarının sandığı gibi bir “çatışma” değil, aksine uyum olduğunun altını çizdim. Ve Robert Jastrow'un “God and the Astronomers” (Tanrı ve Astronomlar) adlı kitabındaki şu ilginç yorumunu aktardım:
“... Aklın gücüne inanarak yaşamış bir bilim adamı için, serüven beklenmedik şekilde sona erer. O cehalet dağlarını tırmanmıştır; en yüce zirveyi fethetmek üzeredir, en son kayaya doğru kendini çeker ve tam o sırada, asırlardır orada oturan bir grup ilâhiyatçıyla karşılaşır.”
All for Joomla All for Webmasters