Türkçe Yazılar

Türkiye'deki Din-Bilim İkilemini Yeniden Düşünmek

[“Yeryüzünde Yaşamın Kökeni” konferansının açılış konuşması metni] Öncelikle din, bilim ve felfese kavramlarının anlamına açıklık getirmek gerek. Din, insanın, Allah'la olan ilişkisini açıklayan ve düzenleyen bir gelenektir. Dinin en önemli özelliği ise, bilgi kaynağının insan-ötesi, hatta madde-ötesi oluşur. Allah'tan gelen bir bilgiye, yani vahye dayanır. Bu vahyi kabul etmenin yolu ise iman etmek, yani inanmaktır. (Bazen buradaki “inanç” kelimesinin, “hiç bir kanıt olmaksızın, körü körüne inanmak” anlamında yorumlandığına rastlayabilirsiniz. Ama aslında çoğu din, özelikle de İslamiyet, “iman” derken körü körüne inanmayı değil, akılcı kanıtlar görerek ikna olmayı kast eder.) Felsefe ise, insanların dinlerin de cevap getirdiği evrenin ve hayatın anlamı, niteliği gibi sorulara salt akıl yoluyla cevap aramasıdır. Elbette belirli bir dine inananan insanların bu inancı temel alarak felsefe yapmaları mümkür; Hıristiyan veya İslam felsefesinde olduğu gibi. Ancak dinlerin bildirdiği esasları reddeden, dahası bunlara karşı çıkan felsefeler de vardır. Bilim ise, insanoğlunun herhangi inanca veya geleneğe değil, sadece deney ve gözleme dayanarak içinde yaşadığımız evreni ve onun işleyişini anlama çabasıdır. Dikkat edilirse din, felsefe ve bilim farklı bilgi kaynaklarına dayalıdır. Dinin kaynağı vahiy, felsefenin kaynağı akıl, bilimin kaynağı ise deney ve gözlemdir. Ancak din ve felsefenin ilgi alanları birbirine yakındır. “Bu dünya üzerinde niçin varız” sorusuna, hem din hem felsefe cevap getirir. Bilim ise bu gibi sorularla değil, “su kaç derece kaynar” veya “kalıtım nasıl gerçekleşir” gibi sorularla ilgilenir. Dolayısıyla bazıları bilimin felsefe ve dinle ilişkisini tartışmaya gerek bile görmez; bunların “ayrı alanlar”da olduğunu belirtirler. Çokça tekrarlanan bir klişeye göre, bilim şeylerin “nasıl” var olduğu ile ilgilidir; din ve felsefe ise “nasıl” değil “niçin” sorusuna cevap arar... Bu yaklaşıma “klişe” dedim, çünkü mesele biraz daha yakından incelenirse, aslında bilimin yolunun zaman zaman din ve felsefe ile kesiştiği görülecektir. Bu kesişmenin en bariz ortaya çıktığı alan ise, “köken” problemidir. Yani evrenin ve canlılığın kökeni... Kainatın nasıl var olduğu, yaşamın nasıl ortaya çıktığı soruları. Çünkü Kur'an-ı Kerim veya Kitabı Mukaddes gibi İlahi kitaplar bizlere suyun kaç derecede kaynadığı gibi teknik bilgiler vermezler; ama evrenin ve yaşamın Allah tarafından yaratıldığını bildirirler. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet gibi İbrahimi dinlerin ortak temeli, felsefede “Teizm” (yani “Tanrıcılık”) olarak da bilinen bu görüştür. Teizme göre sonsuzdan beri var olan, tek bir mutlak varlık vardır. O, Allah'tır ve evreni canlıları O yaratmıştır. Teizmin tam karşısında yer alan görüş ise “ateizm”, yani Tanrı-tanımazlıktır. Teizm evrenin ve yaşamın Allah tarafından yaratıldığını savunurken, ateizm hiç bir yaratılış olmadığını, maddenin sonsuzdan beri var olduğunu ve hep var olacağını, evrenin düzeninin ve içindeki canlıların da doğa kanunlarının ve rastlantıların bir eseri olduğunu savunur. Bu nedenle ateizm, materyalist yani maddeci felsefeyle birebir örtüşür. Kritik soru ise şudur: Bilimin evren ve yaşam hakkındaki bulguları, teizme mi ateizme mi daha uygun düşüyor? Bu soru önemli bir sorudur, ancak bazıları bunu sormaya bile gerek duymuyor, çünkü bilimin ateizm tarafında yer aldığını en baştan varsayıyorlar. Bu varsayımı Türkiye'de bazı çevrelerden sık sık duyabilirsiniz. Örneğin çok tekrarlanan bir klişe, “din statiktir, bilim dinamiktir, bu sebeple din bilimle çatışır” şeklindedir. Bunu söyleyenlerin atladığı kritik nokta ise, ateizmin de statik bir görüş olduğudur. Bilim ise, madem dinamik, yani değişkendir, pekala ateizmin aleyhine gelişebilir. Onun için bu soruyu önyargılardan arınmış bir şekilde yeniden düşünmek gerekiyor. Din-bilim ikilemini yeniden düşünmeyi gerektiren çok önemli bir diğer sebep de, Türkiye'de bu konuda son 100 yıldır kullanılan bazı söylemlerin günümüzde hayli demode kalmış olmasıdır. Önce o söylemlerin ne olduğunu bakalım. Ve 100 yıl öncesine bir göz atalım. O devirde, yani Osmanlı İmparatorluğu'nun son döneminde, Osmanlı aydınlarının çoğu Batı biliminden etkilenmişti. Ancak bu bilim nötr bir bilim değil, materyalist felsefeyle yoğrulmuş bir öğretiydi aslında. Zaten bu felsefe 19. yüzyılın ikinci yarısında Avrupalı düşünürler arasında hızla yayılmış, bu tarafta ise Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Kılıçzâde Hakkı gibi aydınlar tarafından aynen benimsenmişti. Abdullah Cevdet, “insanlar iki kısma ayrılır: akıllı yani dinsiz, ve dindar yani akılsız” diyordu. Ve ekliyordu:
“Kainatı kendi keyfine göre idare eden aşkın bir varlığa inanan, büyük bir safdillik göstermekle kalmaz, aynı zamanda tedavi kabul etmez bir mantıksızlığa da sevk olunarak insan ruhunun hüznengiz bir surette küçülmesine sebep olur”. (Abdullah Cevdet, İctihâd'ın Müdir Fikirleri, İctihad, sayı: 205, (1 Haziran 1925) s. 3998)
Önce Osmanlı sonra da Cumhuriyet aydınlarını etkisi altına alan bu bilimsel materyalizm akımında Darwin'in evrim teorisinin büyük bir payı vardı. Celal Nuri bu teoriyi şöyle övüyordu: “Ebediyyu'ş-şân Charles Darwin ve yardımcıları dünyanın yuvarlaklığından veya Amerika'nın keşfinden daha az mühim olmayan evrim kanununu bulmakla varlık âlemindeki konumumuz da belirginleşti.” (Celal Nuri, Hatemü'l-Enbiya, s. 206) Burada hemen bir parantez açmak ve Darwinizm'in ne olduğuna kısaca değinmekte yarar var. Çünkü bu konferansta Darwinizm'i ele alıyoruz, evrim teorisini değil. İkisi arasında ne fark var derseniz, şunu söylemek gerekir: Darwinizm, mevcut ve mümkün evrim teorilerinden sadece biridir. Darwin'den önce de çeşitli doğa bilimciler ve düşünürler farklı evrim teorileri geliştirmişlerdi. Ortaçağ İslam düşüncesinde de evrim fikrini savunan Müslüman alimler vardı. Ancak bu alimler, ve Darwin öncesi evrimcilerin çoğu, evrimin Allah'ın doğaya koyduğu bir kanun veya “canlıları yaratma yöntemi” olduğunu düşünüyordu. Evrim, onlara göre, amaçsız ve rastlantısal bir süreç değildi; belirli bir amaca göre kurulmuş ve yönlendirilmişti. Darwin, işte bu görüşe karşı çıktı ve evrimi yönlendiren tek şeyin kör bir mekanizma olan doğal seleksiyon olduğunu sürdü. Bir başka deyişle Darwin evrim fikrini keşfetmedi; sadece onu materyalist ve dolasıyla da ateist bir zemine oturttu. Böyle olunca da gerek dünyada gerekse Türkiye'de ateist ve materyalist çevreler Darwin'e dört elle sarıldılar. İşte Türkiye'nin son 100 yıllık geçmişine bakılınca, Darwin'in evrim teorisine yönelik makul bilimsel ilginin yanında, bu felsefi ve ideolojik taraftarlığı görmek mümkündür. Bu konuda tek bir örnek vereyim. Kütüphanemde “Yazıyla-Çiziyle Darwin ve Evrim Kuramı” adlı bir kitap var. 1987 Basımı kitabın 53. sayfasında Darwinizm'den çıkan felsefi sonuç şöyle özetlenmiş:
“Darwin'in teorisinden insan için çıkarılacak sonuçlar çoktu. İnsan artık canlılar dünyasının merkezinde yer alan ve yaratılmış olan bir varlık değildi. Tanrısal bir planın ürünü hiç değildi. Çünkü evrimin bir planı yoktu.”
Kuşkusuz bu felsefi sonuç, Türkiye'deki belirli bir ideolojik ve felsefi akımın sahiplerinin topluma vermek istedikleri mesajla örtüşüyor olmalı. Nitekim kitabı “Aydın, İlerici ve Yürekli Gençlerimize“ ithaf etmişler. Dahası kitaba önsöz yazan İlhan Selçuk, “bu kitapta yazılı evrimi anlamak, bütün insanlık tarihini anlamakla eşdeğerdir” demiş. Hatta insanı evrim sürecinde ileri götürenlerin “solcu”lar olduğunu da eklemiş. Kuşkusuz bu yaklaşım sadece Sayın İlhan Selçuk'a ait değil, Türkiye'de kendilerine “ilerici” veya “çağdaş” gibi sıfatlar uygun gören daha pek çok aydın tarafından paylaşılmaktadır. Bu aydınlar, ateizm ile teizm arasındaki ikilemde, bilimin ateizmden yana durduğunu bir kez kabul etmişler, bir daha da bunu sorgulamamışlardır. Bu önkabulün üzerine bazıları “bilimin evrenin tüm sırlarını açıklayacağını ve o gün artık dine gerek kalmayacağını” söylerler. Biraz daha mütevazi olan ikinci bir görüş ise, “bilimin açıklayamadığı bir şeyler hep kalacak, dolayısıyla din hep kendisine alan bulacak” şeklindedir. Peki ama bilimin açıklayamadığı değil, asıl açıkladığı şeyler teizmi destekleyen sonuçlar ortaya koyuyorsa? Bu soru ülkemizde pek gündeme gelmez, ama son bir kaç onyılda dünyada giderek daha fazla dikkat çekiyor. Özellikle de uzun yıllar ateist olarak yaşamış kimi ünlü bilim adamlarının, karşılaştıkları bilimsel veriler nedeniyle fikir değiştirip ateizmden vazgeçmeleri, Allah'ın varlığını kabul ettiklerini açıklamaları, bütün ezberleri alt-üst ediyor. Kısacası Abdullah Cevdetlerin devrinden bu yana köprünün altından çok sular akmış durumda... Bilim, o eski bilim değil. Bu konferans dizisinde bilimin bu yeni yönünü ele alacağız. Dizinin bu ilk ayağında biyolojiye ağırlık verdik ve “yaşamın kökeni”ni ele aldık. Bir sonraki konferansımızın konusu ise “evrenin kökeni” olacak.
All for Joomla All for Webmasters