1932 yılında, Türkiye Cumhuriyeti Maarif Vekaleti'nce düzenlenen Birinci Türk Tarih Kongresi'nin ikinci oturumunda, Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti azasından ve Musıki Muallim Mektebi Tarih Muallimi Afet [İnan] Hanım, 'Tarihten Evvel ve Tarih Fecrinde' başlıklı tebliğini sunar. Afet Hanım bu tebliğinde, Orta Asya'nın 'otokton' [yerli] halkının Ari ırka mensup Türkler, dillerinin de Türkçe olduğunu önesürdükten sonra şu tespiti yapar: “Ari ırkın kafatası, brakisefal tip kafatasıdır!” Afet Hanım'dan sonra İstanbul Darülfünunu Tıp Fakültesi Antropoloji Müderris Muavini [doçent] Dr. Şevket Aziz Kansu söz alır. Dr. Kansu, Türklerin, “Alp insanı” olarak adlandırdığı ari ırktan brakisefal kafatasına sahip olduklarını kanıtlamak için, dikkat edilsin, şunları söylemektedir: “Keza diyeceğim ki, ilim metodla yapılır. İlim, metodun mahsulüdür. [...] Bendeniz, Anadolu'da gezdiğim zaman ne kadar saf, güzel velut Türk ırkına tesadüf ettim. Aldığım ölçüler, morfolojik karakterler, bu kanaatimi sarsılmaz imana dönüştürdü.” Dr. Şevket Aziz Kansu, üç gün sonra, bu defa kendi tebliğini sunmak üzere kürsüye çıkacak ve bir önceki konuşmasında sözünü ettiği 'ölçüler ve morfolojik karakterler'den neyi kastettiğini, 'Türklerin Antropolojisi' başlıklı tebliğinde açıkça dile getirecektir; şöyle (Birinci Türk Tarih Kongresi tutanaklarından aynen ve harfiyen aktarıyorum): “1929 senesinde ilk antropolojik tetkiklerime başladığım zaman 25 Türk kadını ve 25 Türk erkeğinin kafasını ölçtüm. Bu ölçülerin vasatisini [ortalamasını] Fransızların kafa ölçüleriyle mukayese etmek istedim.” Dr. Kansu, bu 'iki etnik grubun sefalometrik [kafatası ölçüleri] mukayesesi'nin sonuçlarını bildirir ve bununla da yetinmez, Türk ırkının 'brakisefal, ince burunlu, vasati ve vasatiden uzun boylu, buğday renkli yahut kumral' Alp tipi'ne mensup olduğunu kanıtlamak için sahneye bir aileyi de çıkarır. Devamını Dr. Kansu'dan dinleyelim: "Ankara'nın biraz şimalinde 'Bağlum' köyünden Aptullah'ı, kadınını ve küçük yavrusunu takdim ediyorum. İşte [...] halis dağlı adam, Alp adamı, Türk adamı (Alkışlar). Aptullah, koyu olmayan gözlere, buğdaydan daha açık kumral bıyıklara ve beyaz bir tene sahiptir. Fakat işte yavruları, saçları altın renkli olan bu yavru Türk ırkına mensuptur (Alkışlar). İşte Alp adamı. Orta Asya'dan gelmiş olan adam, bizim ecdadımıza bağlı olan adam (Alkışlar)...İşte, 1932 yılının Türk Tarih Kongresi böyle bir şeydi... Acaba 1930'lar Türkiyesi'ni her türlü hata ve kusurdan münezzeh bir “asr-ı saadet” olarak görmek ve göstermek isteyenler bu gibi tatsız gerçekler karşısında ne diyorlar ve diyecekler, merak ediyorum...
Kim Kafatasçı? [1932'den Bir Kesit]
Son haftalardaki milliyetçilik tartışması ile birlikte “kafatasçılık” kavramı da yeniden gündeme geldi. Ben Türkiye'de “kafatasçılık” düzeyinde bir ırkçılığın çok sınırlı bir çevrede etkili olduğunu, biraz daha geniş bir çevrede yer alan ancak yine de tehlikeli olan negatif milliyetçiliğin ise daha ziyade “etnik milliyetçilik” ve “yabancı düşmanlığı” kavramları ile tarif edilmesi gerektiğini düşünüyorum. (Bir de tabi “bütün Türkiye'yi sevmek” manasında olumlu bir milliyetçilik var.)
Ancak söz konusu “kafatasçılık” da yabana atılır bir şey değil ve Türkiye'de enteresan bir geçmişi var. Temeli 19. Yüzyılın Sosyal Darwinist ırk teorilerine dayanan bu görüş, 20. yüzyılın ilk yarısında önce Osmanlı sonra da Türk entelektüellerinin bazılarını etkilemişti. Hele de 1930'larda bir ara “resmi görüş” olmuştu. “10 yılda 15 milyon genç” yaratılmak istenince ve bu “yeniden yaratma” sırasında toplumun var olan tüm geleneksel inanç ve değerleri reddedilip yerlerine sadece yapay bir “Türklük” konmak istenince, bu “Türklük”ün kendine ırk temeli araması da kaçınılmaz oldu.
Ve işte bu yüzden, “Kürt Sorununu Yeniden Düşünmek” kitabında da belirttiğim o garip “Birinci Türk Tarih Kongresi” düzenlendi. Profesör Hilmi Yavuz, geçenlerde Zaman'daki köşesinde bu kongreyi ele alan bir yazı yazmış ve oradaki ırkçı tezleri aşağıdaki şekilde aktarmıştı. İbretle okunmaya değer: