Bir Ortaçağ Malikanesinde ‘Medeniyet' Tartışması
[3 Mart 2007 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
“Da Vinci'nin Şifresi” filmini izlemiş miydiniz? Eğer cevabınız “evet” ise, o filmin son sahnelerinin geçtiği kiliseyi de hatırlarsınız sanırım. Hani İngiltere'nin yemyeşil ovalarının ortasında bir yerlerde yükselen o çekici ama bir o kadar da ürkütücü gotik mabedi... Geçen hafta sonu işte tam da öyle bir yerdeydim. Güney İngiltere'nin yemyeşil bir ovasının ortasına kurulmuş, 12. yüzyıldan kalma gotik bir kilise ve onun yanında yükselen 16. yüzyıl yapımı şatovari malikanedeydim.
Kilisenin içinde meraklı gözlerle gezinirken, üzerinde yürüdüğüm zeminin aslında bir “anıt mezar” olduğunu irkilerek fark ettim. Başta yandaki malikanenin ilk sahipleri olmak üzere, bir kısım önemli zevat, kilisenin en önemli yerine, haçın bulunduğu kısmın önüne gömülü durumdaydılar. Üzerlerine kapanmış ağır lahitlerde ise kısa birer hayat hikayesi yazılıydı. Bir tanesi 41 yaşında iken ölmüştü. Bugün için çok erken bir ölüm sayılsa da, sağlık şartlarının hiç de parlak olmadığı Ortaçağ için ortalama bir ömür süresiydi bu.
Kilisenin zeminine gömülü olan Ortaçağ şahsiyetlerinin en ilginci ise, 12. yüzyılda toprağa verilmiş bir Haçlı şövalyesiydi. Mezarının üzerine kazınmış olan resim, onun kılıcı, miğferi ve demirden örülü zırhıyla tipik bir Norman savaşçı olduğunu gösteriyordu. Muhtemelen bundan tam dokuz asır önce kalkıp Kutsal Topraklar'a, yani bizim Ortadoğu'ya gelmişti. Buraları “Müslümanlardan kurtarmak” için...
Ne ilginçtir ki ben bu Haçlı şövalyesinin kemikleri üzerinde gezinir ve dokuz asır öncesinin “medeniyetler çatışması”nı gözümde canlandırmaya çalışırken, sadece 30 metre ilerde, kilisenin yanında yükselen malikanenin içinde, yeni bir “medeniyetler çatışması”nın nasıl önlenebileceği tartışılıyordu. Hem de “öteki medeniyet”in pek çok temsilcisi vardı: Mısır ve Suudi Arabistan'ın Büyük Müftüleri, sarıkları, cübbeleri, uzun sakalları ve gür Arapçaları ile, malikanenin dev aynalarla dolu yüksek tavanlı geniş toplantı salonunda göz dolduruyordu. Dünyanın daha birçok Müslüman ülkesinden kalkıp gelmiş olan lider, entelektüel ve aktivistler, hep birlikte “radikal söylemlerin nasıl etkisiz hale getirilebileceğini” tartışıyordu.
Wilton Park
Sözünü ettiğim bu toplantı, İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından organize edilen “Radikal Söylemleri Etkisiz Hale Getirmek İçin Batı ve Müslüman Toplumları Arasında Ortak Platformlar Yaratma” başlıklı konferanstı. Konferansın baştan beri sözünü ettiğim görkemli mekanı ise, İngiliz hariciyesinin bu gibi uluslararası toplantılar için kullanageldiği “Wilton Park”tı.
Wilton Park, 16. Yüzyıldan kalma “Winston House” üzerinde, 1946 yılında dönemin başbakanı Winston Churchill tarafından kurulan bir konferans merkezi. Bugüne kadar 1000'e yakın uluslararası toplantıya evsahipliği yapmış.
Güney Afrika'nın ırkçılık (apartheid) sonrası yapılanması, Balkanlar'ın 1999 sonrasındaki şekillenmesi, hep Wilton Park'ta düzenlenen toplantılar ve hararetli tartışmalar sayesinde gerçekleşmiş. Mekanın geçmiş misafirlerinin listesi adeta uluslararası siyasetin “Kim Kimdir”i gibi.
Wilton Park'ta oturup etrafa şöyle bir bakınca, burasının neden ideal bir toplantı merkezi olduğunu anlıyorsunuz: Çünkü burada toplantı yapmaktan başka yapacak hiçbir şey yok! Gözünüzü 360 derece gezdirdiğinizde, sadece ve sadece, yemyeşil bir ova üzerinde otlanan kuzu ve koyunlar görüyorsunuz. Büyük şehirlerde yapılan konferanslarda katılımcıların çoğu bir ara sıvışır, alışveriş yapmak veya gezmek için “şehre iner”ler. Wilton Park'ta “inilebilecek” tek yer ise, başta sözünü ettiğim kilise...
“Toplantıda ne konuşuldu peki” derseniz, “kusura bakmayın, off-the-record idi” demek zorundayım. Ama şu kadarlık bir yorum yapayım: İngiliz diplomasisinin İslam dünyasına yaklaşımı, son yıllarda Amerika'daki bazı dar ideolojik çevrelerde görülen “İslamofobi”nin izlerini taşımıyor. Fransa'daki “katı laiklik” de Manş Denizi'ni aşamamış durumda. İngilizler, Müslümanların kendi inançlarını yaşama ve kültürlerini koruma hakkına sonuna kadar sahip olduklarını, sorunun sadece İslam adına silaha sarılan veya silahı savunan radikal gruplarda olduğunu söylüyorlar. Bu ise iyi haber...