Türk Neo-conları Irak Konusunda Yanılıyor
[20 Nisan 2007 tarihli Radikal gazetesinde yayınlandı]
Malum, ABD'deki ünlü “yeni muhafazakar”lar (neo-conlar) sert ve saldırgan bir dış politika savunurlar ve zaten Irak işgali de büyük ölçüde onların marifetidir. Bu durum, bizde hep “doğal kaynakları talan etme” hedefiyle izah edilse de, aslında daha çok militarist ve şahin bir “siyasi zihniyet”le ilişkilidir. Neo-conlar, ABD'nin karşılaştığı “İslamcı terör” tehdidine karşı sert ve caydırıcı davranmak gerektiği, zaten radikal İslamcıların önceki yönetimlerin (özellikle Clinton'un) ılımlılığı yüzünden “cesaret bulduğu” görüşündedirler. Bunun üstüne bir de Oryantalist klişeleri eklerler: “Araplar ancak kaba kuvvetten anlar” ve “yumuşaklığı zaaf olarak algılar.”
İlginç olan, Amerikan neo-conlarının “radikal İslamcılık” hakkındaki bu vizyonunun, Türkiye şahinlerinin “Kuzey Irak” söylemine çok benzemesi. Bu şahinler (veya “Türk neo-conları”), yalnızca El Kaide ile savaşmak yerine “bataklığı yakmaya” kalkan Washington'daki dalgaboydaşları gibi, sadece terör örgütü PKK ile değil tüm bir “Irak Kürtlüğü” ile savaşmak niyetindeler. Oryantalizmi Kürtlere karşı kurgulayıp, “bunlar ancak kaba kuvvetten anlar” diyorlar. Iraklı Kürt liderler ile diyalog kurmaya çalışan hükümeti de “zaaf göstermekle” suçluyorlar. Acaba haklılar mı?
Sindirmek mi, Kıştırmak mı?
Gelin, Mesud Barzani'nin “Türkiye Kerkük'e karışırsa, biz de Diyarbakır'a karışırız” şeklindeki çıkışını ele alalım. Bu ölçüsüz ve çirkin söze tepki gösterirken, Barzani'yi bu lafları etme noktasına getiren sürece de bakmak gerek. Aslında bu ve benzeri demeçleriyle baştan beridir “biz de bir devletiz, sizle eşitiz, bunu kabul edin” demeye çalışıyor. Deyim yerindeyse “adam yerine konmak” istiyor. Türk neo-conları ise tam aksine Barzani'yi ve genel olarak Kuzey Irak Kürtlerini aşağılamak için birbirleriyle yarışıyorlar.
Ancak bu tehdit ve aşağılama politikası umulduğu gibi “sindirme”ye değil “kışkırtma”ya yarıyor. Tecrübeli dış politika muhabiri Barçın Yinanç, deneyimli bir diplomatın “Barzani'ye hep sopa gösterdik, havuç değil” diyerek öz eleştiride bulunduğunu aktarmış. (Turkish Daily News, 16 Nisan) Havuç-sopa politikası izlendiği dönemde, özellikle Turgut Özal devrinde, Barzani'nin PKK'ya karşı Türkiye ile işbirliği yaptığını da hatırlatmış. Şartlar biraz farklı olsa da, aynı yolla bugün de mesafe alınamaz mı?
Neden Rahatsızız?
Daha da önemli olan soru şu: Türkiye, Kuzey Irak'ta bir “Kürt yönetimi” bulunmasından niye rahatsız?
Bunun bir cevabı, “PKK'ya destek verirler.” Oysa “bütün Kürtler birbirini destekler” diye bir kural yok. Aksine, son derece seküler ve hatta Marksist-Leninist PKK ile daha geleneksel bir tabanı olan Barzani hiç uyuşmuyor. Dahası, sınırımızdaki bir devletin PKK'yı desteklemesi için “Kürt devleti” olmasına gerek yok ki... Alabildiğine “Arap” olan Suriye, 80'li ve 90'lı yıllar boyunca Öcalan'ın en büyük hamisi değil miydi? Mesele etnisiteden çok siyasetle ilgili.
Kürt yönetiminden rahatsız olmanın ikinci gerekçesi de “Türkiye Kürtleri için çekim merkezi olur” endişesi. Oysaki bu, abartıldığı kadar büyük bir risk değil. Türkiye'nin Kürt vatandaşları, Irak'taki akrabalarına kıyasla, içinde yaşadıkları ülkenin geneline çok daha fazla entegre olmuş durumdalar. Diyarbakır Valisi Efkan Ala'nın Neşe Düzel'e söylediği gibi, bölgede “ana kitle henüz o yapıya (Kuzey Irak'a) bakmıyor. Burada insanların yüzü İstanbul'a dönük... Ana kitle Türkiye'nin değişmesini, zenginleşmesini istiyor.” (Radikal, 2 Nisan)
Müslüman Cumhurbaşkanı
Ancak Kuzey Irak, Türkiye Kürtlerine çekici gelmeye başlayabilir; eğer Türkiye “itici” hale gelirse... Bu ise demokrasinin bastırılması, özgürlüklerin kısıtlanması ve serbest piyasanın baltalanmasıyla olur.
İşin korkutucu tarafı şu: Bunlar, tam da “Türk neo-conları”nın bir kısmının yapmak istediği şeyler! Dahası bu kadronun “laikçi” kanadı, Türkler ile Kürtler arasındaki en önemli manevi bağ olan İslamiyet'in toplumsal varlığına da diş biliyor, “bu dindarları yeterince ezemedik” diye hayıflanıyorlar.
İşin bir de sevindirici yönü var: Söz konusu zihniyetin ete-kemiğe bürünmüş hali gibi duran Sayın Sezer, yakında emekliye ayrılıyor. Yeni Cumhurbaşkanımızın ise bir “neo-con” olmayacağı kesin. Ve dolayısıyla, kendisinden bir önceki “demokrat, sivil ve Müslüman” Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın yaptığı gibi (ve aynı vasıflarda bir Başbakanla koordineli şekilde) Türkiye'nin Kürt vatandaşlarını kucaklayıp Irak Kürtlerine el uzatabilir. “Yurtta sulh, Irak'ta sulh” istiyorsak, gereken bu.