“Kapitalist zihniyet... bir çoklarının sandığı gibi hudutsuz bir kazanma hırsı demek değildir (öylesi tarihin her devrinde görülmüştür). Batı kapitalizmi için yeni olan, düzenli bir ‘meslek' çatısı altında rasyonel-metodik çalışmayı kendine vazgeçilmez bir hayat ilkesi ve felsefesi haline getirmiş, tüketim ve gösterişten çok tutum ve hesaplılık tarafına yatkın vazife ve iş adamıdır.” (Ülgener, “İslam, Tasavvuf ve Çözülme Devri İktisat Ahlakı”, s. 12)Dolayısıyla “İslami kapitalizm”den söz edilince, Müslümanların bunu “İslam'da dejenerasyon” veya “bidat” gibi algılamasına gerek yok. İki Türkiye'nin Hikayesi Her neyse, gelelim Prof. Karakaş'ın makalesine. Bu yazı, meseleye ters yönden, yani İslam-kapitalizm uyumundan değil, Türkiye'deki koyu “laikçilerin” (dinin, toplumsal ve hatta bireysel hayattan olabildiğince silinmesini isteyenlerin) kapitalizme (veya diğer bir ifadeyle serbest piyasa ekonomisine) karşı koyuşunu anlatarak bakmış. Prof. Karakaş, önce Cumhuriyetin ilk dönemindeki kapalı ekonominin, bundan beslenen avatajlı bir zümre yarattığını anlatıyor:
Osmanlı'dan bürokratik bir tarım imparatorluğu miras alınıyor ve bu yapı Cumhuriyet ile birlikte pek dönüşmüyor, 20'li yılların radikal hukuk dönüşümlerine soğuk kitlelerine aşarın kaldırılması rüşveti ile birlikte dönüşümü de zaten olanaksızlaşıyor. Üretim konusunda sorunlar yaşayan Cumhuriyet, kendi çekirdek kadrosunun sermaye birikimi amaçlı rant ekonomisini, kamu bankalarını, teşvik sistemlerini, korumacılığı vs. devreye sokuyor; ama tarihte rantlarla sanayileşen, zenginleşen başka ülke örneği olmadığı gibi, bizim model de pek başarılı olamıyor. Ama bu başarısızlık, beraberinde laiklik konusuna gerçekten inanmış ve rant ekonomisi ile de zenginleşen dar bir kadronun oluşumunu da yaratmamış değil.Karakaş'a göre, sözkonusu “laikçi” (veya Kemalist) elit, ekonominin kapalı kalmasından menfaat sağlamaya devam ederken, bunlar tarafından itilen ve dışlanan muhafazakar Anadolu sermayesi, dış dünyaya açılma ihtiyacı hissediyor:
İkinci bir anahtar ise çekirdek laikliğe gönülden inanmış kadro dışında kalan ve 20'li, 30'lu yılların radikal hukuk dönüşümlerine mesafeli geniş kesimlerin rant ekonomisinden çekirdek kadro kadar pay alamadığı ve bu sıkıntının 1950'den günümüze her seçimde kendini gösterdiği. Ekonomi ve nüfus büyüdükçe çekirdek laikçi kadro ve olanakları sınırlanan rant ekonomisi, bu ikili çerçeve içinde kendini tanımlayan kesimin daha da bilenmesine, keskinleşmesine ve dönem dönem de (mesela 27 Mayıs) darbecileşmesine neden olmuş. Rant ekonomisinin zaten tanım gereği cılız olanaklarından yeterli pay alamayan (hiç almayan demiyorum) geniş kesimler de tepkisel olarak laikçi çekirdek kadronun başta yaşam biçimi ile kavgalı hale gelmişler ve kendilerini yavaş yavaş laiklik ekseni dışında tanımlamaya başlamışlar. Tüm bu çerçeve geçmişle ilgili; ama günümüzde de bu ayrışma, önemli bir biçimsel değişim ile de olsa devam ediyor. En az değişen kesim galiba çekirdek rantçı yani kapalı ekonomi yanlısı ve 20'lerin, 30'ların din-devlet anlayışına iman etmiş kesim. Ama öbür kesimde çok önemli bir değişim yaşanıyor; Ankara'nın rant ekonomisinin olanaklarının geleneksel olarak dışında kalmış bu kesim büyümek, palazlanmak için mecburen dış piyasalara yani ihracata yönelmiş; zira başka bir sermaye birikim modeli kendilerine pek tanınmamış. Gelenekselci diye tanımlayabileceğimiz bu kesim Ankara'nın yarattığı rant, teşvik, kredi olanaklarından uzaklaştırıldığı ölçüde kendi ayakları üzerinde durabilmek için dış piyasalara ve özellikle bizim dış ticaret yapımızın gereği olarak AB'ye ihracata yönelmiş bulunuyor.Prof. Karakaş, bugün Türkiye'deki “laikçiler”in anti-kapitalist ve içe kapanmacı davranmasının, dindarların ise giderek daha fazla dünyaya açılma eğiliminde olmasının sırrını sözkonusu ekonomik tabloda görüyor. Ve geleceğe dair şu öngörüde bulunuyor:
Çekirdek laikçi, kapalı ekonomici kadro bu tutumunda ısrar ettikçe, ülkemizde laik-anti laik çatışması kanımca küreselleşme ekseni üzerinde yürüyecek; ama bu süreç gelenekselci kesimi hem güçlendirecek hem de seküler değerlere biraz daha yakınlaştıracak. Çekirdek Ankara, kazanılması bu çağda olanaksız bir kavgayı bakalım daha ne kadar sürdürecek? Türkiye'de laik, anti-laik çatışmasını Ankara'nın rant ekonomisi yanlıları ile dışa açık piyasa ekonomisi yanlıları (biraz da mecburiyetten) arasındaki kavga olarak da görmek lazım. Geleneksel laikçi çizgi maalesef bugün rant ekonomisi yanlılarının ideolojisi haline gelmiş durumda. Bugünün Türkiye'sinde dışa açık piyasa ekonomisini savunan bir tek katı laikçinin görülmemesi bir tesadüf olabilir mi sizce?Daha önceki bir kaç yazımda koyu “laikçi”lerin idealindeki Türkiye'nin Kuzey Kore'nin hafif versiyonu gibi bir şey olacağını ifade etmiştim. Prof. Karakaş'ın yazısı, bunun böyle olduğunu doğrulamakta kalmıyor, neden öyle olduğunu da açıklıyor. Hem o yönden hem de kapitalizmi yeniden düşündürmesi açısından bir kenara not edilmeli...