Siyasi partileri idare edenler, başbakanlar, hükümet olanlar hep birazcık ulusal çıkarları da kollarlar ama kendi geleceklerini, kendi partilerinin menfaatini zaman zaman biraz daha ön planda tuttukları görülmüştür. Onun için Silahlı Kuvvetler'in zaman zaman ulusal çıkarlar aleyhine tecelli eden bazı tutumlar dolayısıyla, gericiliğe veya çağdaşlaşma konusunda sıkıntıları olan yönetimlere karşı tutumu, her zaman bir yerde siyasete karışma sonucunu doğurur."Bunu okuyunca ister istemez akla iki soru geliyor. İlk soru şu: “Siyasi partileri idare edenler, başbakanlar, hükümet olanlar... kendi geleceklerini, kendi partilerinin menfaatini” düşünüyor ise, bunu böyle kabul etmemiz gerekiyorsa, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensuplarının da yine kendi menfaatlerini düşünmediğini nereden bileceğiz? Askerler uzaydan gelmiş insan-üstü varlıklar olmadıklarına göre, onların da kendi “partilerinin” (yani kurumlarının) çıkarını düşünmelerini beklemek son derece mantıklı gözüküyor. Örneğin şöyle bir senaryo düşünelim: Sivil bir hükümetin Genelkurmay Başkanlığı'nı Savunma Bakanlığı'na bağladığını, vergi mükelleflerinin parası ile sübvanse edilmekte olan Orduevleri'ni kapattığını, milli savunmaya harcanan bütçeyi daha sıkı denetim altına almaya çalıştığını varsayalım. Tüm bunlar TSK mensuplarının menfaatleri ile çelişebilir ve böyle bir durumda TSK mensupları da kendi menfaatlerini korumak için darbe yapmaya kalkabilirler. (Nitekim 27 mayıs darbesinde askerlerin bu gibi “dünyevi” hoşnutsuzluklarının da rol oynadığı bilinmektedir.) Kuşkusuz askerler böyle illegal bir işe (darbeye) girişirken “kendimiz için yapıyorsak namerdiz, tek derdimiz ulusal çıkar” diyeceklerdir. Bu gibi sahte “ulusal çıkar” korumacılıklarını, Sayın General'in sözünü ettiği türden idealist ve halis “ulusal çıkar koruyuculuğundan” nasıl ayırd edebiliriz? Bu konudaki ikinci soru da şu: TSK mensupları, ulusal çıkarın nerede olduğunu nasıl tespit edebilirler? Hangi ekonomik politika Türkiye'yi düzlüğe çıkarır veya hangi dış politika hamlesi bize avantaj sağlar? Bu gibi soruların cevaplarını, meslekleri gereği ekonomi ve diplomasiden uzak yaşayan, vakitlerinin çoğu tank, tüfek, uçak veya gemi kullanmakla geçen Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları nereden bilmektedirler? Kuşkusuz siyasetçilerin çoğu da bu gibi teknik konularda uzman değildir. Ancak siyasetçiler uzmanlara danışarak siyasi parti programları hazırlar, bunları biz vatandaşlara sunarlar. Biz de beğendiğimizi seçip işbaşına getirir, beğenmezsek bir sonraki seçimde değiştiririz. Karar bizimdir, çünkü patron biziz. Bu ülkenin askerinin de milletvekilinin de maaşları, bizlerin, yani vatandaşların kazandığı paralardan ödeniyor. “Devlet” dediğimiz tüm bu devasa sistemi, bize güvenlik ve özgürlük sağlaması, hizmet vermesi için finanse ediyoruz. TSK'nın da, aynen polis, itfaiye veya karayolları genel müdürlüğü gibi, yasalarla belirlenmiş bir görevi var: Türkiye'yi dış saldırılardan korumak. Ordumuza güveniyor ve ona saygı duyuyoruz; çünkü biliyoruz ki bir başka ülkenin ordusu sınırımızdan içeri girmeye kalkarsa, veya terörist bir örgüt canımıza kast ederse, TSK bu tehlikelere karşı harekete geçer ve bizi korur. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları bu bilinçle vergi veriyor, çocuklarını askere gönderiyor. Ama eğer TSK kalkıp da, bu vatandaşların bir kısmını “iç düşman” ilan eder ve onların vergileriyle oluşmuş olan kudretini onları “Anadolu denizinde boğmakla” tehdit etmek için kullanırsa, bu çok yanlış olur. O zaman rejimimizin adı demokrasi (yani halk idaresi) olmaz, oligarşi (yani azınlık idaresi) olur. İşin garip tarafı Türkiye'de bu ikinci seçeneğin açık açık savunuluyor olması. Tabii hiç kimse doğrudan “oligarşi” demiyor, ama “demokrasi bize lüks” demek bu kapıya çıkıyor. Zaten “Cumhuriyet” kavramı da son yıllarda anlam kaymasına uğradı ve “oligarşi”nin kibarcası (İngilizce deyimle “euphemism”i) olarak kullanılmaya başladı. Tüm bunları görünce ve “demokrasi bize lüks” diyen sayın emekli generali dinleyince, ülkemizin “en güvenilir kurumu”na tam anlamıyla güvenmekte zorluk çekmeye başlıyorum. Aslında açıkça söylemeliyim ki bu konuda fikir değiştirmiş durumdayım: Benim şahsen en çok güvendiğim devlet kurumu itfaiye. Bugüne kadar yangın söndürmek ve adam kurtarmak konularında son derece özverili gördüm hep itfaiye mensuplarımızı. Darbe planlayan veya işkence yapan itfaiye memuru ise ne gördüm ne duydum. Ödediğimiz vergilerden kendilerine ayrılan pay helal olsun ve elleri dert görmesin...
‘En Güvenilir Kurum'a Güvenememe Sorunu
[25 Kasım 2006 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Milli Güvenlik Kurulu (MGK) Eski Genel Sekreteri Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç, Aktüel dergisinin kendisiyle yaptığı söyleşide “Türkiye için demokrasi lüks” demiş ve sonra da şu yorumu getirmiş: