Tarikatlar, Özgürlük ve Şeffaflık
[30 Eylül 2006 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
İsmail Ağa Cemaati'nin camisinde yaşanan cinayet ve linç olaylarından bu yana Türkiye'nin gündemine yeniden "tarikatlar" meselesi oturdu. Tarikatların ve diğer dini cemaatlerin "gerici yuvası" olduğu, rejimi tehdit ettiği gibi klişeler de yeniden ağızlara sakız oldu.
Öncelikle temel bir "vatandaşlık bilgisi"ni belirtmek gerek: Türkiye Cumhuriyeti'nin vatandaşları nasıl isterlerse öyle yaşayabilirler. İsteyen tümüyle seküler bir yaşam sürüp koyu bir ateist olabileceği gibi, isteyen de istediği dozda dindar olabilir. Hatta dindarlık bir yana, göğsünü gere gere "gerici" de olabilir. Modern çağın kötü olduğunu düşünüp daha önceki devirlere özlem duyabilir, mutluluğunu ve kurtuluşunu geçmişteki gibi yaşamakta arayabilir. Asırlar öncesinin kıyafetlerini tercih edip, modern bilimi ve teknolojiyi reddedebilir. Liberal, sosyalist, milliyetçi veya feminist olmak nasıl bir özgürlükse, "gerici" olmak da bir özgürlüktür.
Zaten dünyanın tüm özgür toplumlarında alabildiğine özgür "gericiler" vardır. ABD'de, Avrupa'da veya İsrail'de modern teknolojiyi reddeden, yüzlerce yıl öncesinin yaşam biçimini aynen koruyan cemaatler bulunur. Kimse de bunları görünce "irticaya karşı savaş" yeminleri etmez. Böyle yeminlerin edildiği ve "gericiliğin" suç sayıldığı ülkeler, Kuzey Kore, sabık SSCB, Kızıl Khmer Kamboçyası gibi ideolojik diktatörlüklerdir.
Ancak "gericilik" özgür toplumlar için gerçekten de bir sorun ve hatta bir tehdit haline gelebilir. Bu, "gericiler"in kendi yaşam biçimlerini başkalarına dayatmaya kalkmaları durumudur. Böyle bir despotizme eğilim gösterdiklerinde, kabul edilebilir çizgiyi aşmış olurlar. Elbette aynı çizgi, "gericiler"e kendi yaşam biçimlerini dayatmaya kalkan "ilericiler" için de geçerlidir. Özgür bir toplumda her türlü felsefe serbesttir; kabul edilemez olan tek şey despotizmdir.
Dolayısıyla Türkiye'de "tarikatların" var olması ve bunların toplumun bir kesimince "gericilik" olarak görülen bir yaşam biçimini sürdürmesi, son derece doğal ve meşrudur. Bunun aksi yönde kanunlarımız var ise, sorun o kanunlardadır ve bir an önce bunlardan kurtulmamız gerekir.
Baskı ve Şeffaflık
Bunlar, işin özgürlükle ilgili kısmı. Ama bir de toplumsal sorumluluk yönü var: Evet, çoğumuz toplumumuzda geniş kitlelerin "gerici" olarak yaşamasını, modern çağa tümüyle kapalı bir evrende hayat sürmesini istemeyiz. En azından alternatifleri tanımalarını dileriz. Çoğu dindar da, dindarlığın geçmiş çağların yaşam biçiminin korunması olarak anlaşılmasını istemez. Çünkü gerçekte gayet modern bir dindarlık da mümkündür, ama belki de pek çok insan "gericiler" nedeniyle bunu görememekte ve bu yüzden sadece onlara değil dinin kendisine de yüz çevirmektedir.
Dahası bir de içine kapalı dini cemaatlerde sıkça ortaya çıkan bir "dini sömürü" sorunu vardır. Bu cemaatlerden bazılarının liderleri, çok güçlü bir motivasyon kaynağı olan dini ilahi amaçlarından saptırıp kendi çıkarları için kullanmakta, müridlerinden her türlü menfaati sağlamaktadırlar. Bu da, "özgürlük" kapsamına girse bile, toplumsal sorumluluk açısından sürmesini istemeyeceğimiz kötü bir modeldir.
İşte Cumhuriyet'in ilk yıllarında tarikatların kapatılması ve yasaklanması, bu gibi düşüncelere dayanıyordu. Genç Cumhuriyet'in diğer devrimci hamlelerinde olduğu gibi tarikatlar konusunda da "beyaz sayfa" açılmak istendi.
Oysa 80 yıl sonraki tablo bize açıkça gösteriyor ki bu uygulama başarılı olamadı. Tarikatlar hala var. Hem de güçlü bir biçimde. Var olmaya da devam edecekler, çünkü bireysel ve toplumsal bir ihtiyacı karşılıyorlar. Din, insanlığın ayrılmaz bir parçası ve dindarlık sadece bireysel değil aynı zamanda cemaatsel bir tecrübe. (Modernleşme ile birlikte dinin ortadan kalkacağı tezinin - ki genç Cumhuriyet biraz bundan etkilenmişti - tamamen yanlış olduğu ise artık Batılı sosyal bilimcilerin ezici çoğunluğu tarafından kabul ediliyor.)
Ancak tarikatların yasaklanmasının hiç bir etkisi olmadığını söylemek yanlış olur. Oldu, ama ne yazık ki olumsuz yönde: Baskı, tarikatları yer altına iterek onları dondurdu. Kendilerini gizlemek zorunda kalan bu cemaatler zaten kendi içine kapalı olan yapılarını daha da kemikleştirdiler. Dış dünyadan izole oldular. Sosyolog Şerif Mardin'in ifadesiyle "gettolaştılar." Böyle bir ortamda hem kendilerini geliştiremediler, hem de dini sömürü için ideal bir yapı ortaya çıktı.
Oysa tarikatlar legal olsalar daha açık ve şeffaf bir yapıda gelişebilirlerdi. Bugün bu hala mümkün. Düşünün, ülkemizde kapısında adı yazan, ilkeleri, kuralları, çalışma sistemi, finans kaynakları açıkça ortada olan tarikatlar olsa, her şey çok daha iyi olur. İsteyen beğendiğine katılır. Katılanlar neye katıldıklarını bilir. Kendilerini devletin yumruğu ve toplumun baskısı altında hissetmeyecekleri, "istenmeyen vatandaş" duygusuna kapılmayacakları için de topluma daha kolay entegre olurlar. "Gettolaşma"dan sıyrılır, toplumun tümüne yönelik hayırseverlik faaliyetlerine girişebilirler. "Muasır medeniyet"te bu işler böyle yürüyor. ABD, "tarikatların" ve diğer dini örgütlenmelerin açtığı okullar, Kitab-ı Mukaddes kursları, hastaneler, aş evleri ile dolu...
"Muasır medeniyet"e yürüme iddiasında isek, bizim de artık vatandaşlarımızın tepesine binmekten vaçgeçmemiz gerekiyor. Başka her şeyde olduğu gibi tarikatlar konusunda da Türkiye'nin yasaklamaya değil, özgürleştirmeye ihtiyacı var.
Ama bakalım "ilericiler" bunu anlayabilecek mi...