İşte bu gibi olaylar, Amerikalıları, İslam'ın saygı değer bir din olduğu fikrinden uzaklaştırmaya başladı. 11 Eylül'den sonra George Bush "İslam bir barış dinidir" demişti ve İslam'ın içinde bunu doğrulayacak güçlü bir mutedil ve manevi damar var. Ama Amerikalılar İslam adına yapılan o kadar [kötü] şey gördüler ki, bu konudaki yaklaşımları değişti.Bunu "abartıyorlar" diye yorumlayabilirsiniz. Osmanlı'daki dini hoşgörüden, kilise-cami-sinagog kardeşliğinden söz edip, bunun karşısında Engizisyon vahşetini hatırlatabilirsiniz. Ama artık ne Engizisyon ne de Osmanlı var. Batı, din özgürlüğü konusunda Engizisyon'un çok çok ilerisinde, İslam dünyası ise ne yazık ki Osmanlı'nın çok gerisinde. Onun için mevcut durumu analiz edelim. Gelin iğneyi kendimize batıralım ve bir an için kendimizi Hıristiyanların yerine koyalım: Afganistan'daki Abdül Rahman olayının tam tersi yaşansaydı ne hissederdik? Bir Hıristiyan ülkede, örneğin ABD'de, "Hıristiyanlıktan çıkmak yasaktır" diye bir kanun olsaydı ve Hıristiyanlık'tan çıkıp İslam'ı seçen bir Amerikalı'nın katline karar verilseydi, ne düşünürdük? Bunu din kardeşimize yapılan korkunç bir zulüm olarak görüp, tepki vermez miydik? İşte bugün İslam dünyasında örnekleri görülen "din despotizmi", Batılıları da böyle tepkiye ve öfkeye sürüklüyor. Böyle bir toplumsal tepki gelişince de, İslam dünyası hakkında ideolojik düşmanlıkları veya emperyalist planları bulunan politikacılar veya kanaat önderleri, saldırgan projelerini hayata geçirebiliyorlar. Biz de o saldırganlıklara haklı olarak kızıyoruz. Ama bunları kızarken İslam dünyasının kendi içindeki yanlışlara karşı hiç bir şey demiyoruz. (Böyle demeyi, "düşmanın eline koz vermek" zannediyoruz; oysa gerçekte asıl bu şekilde koz veriyoruz.) Sonuçta Batılılar Müslümanları despot ve hoşgörüsüz, Müslümanlar da Batılıları saldırgan ve emperyalist olarak görüyor. Bu kısır döngüyü kıracak, hem karşı tarafın suçlarını hem kendimizin yanlışlarını eleştirecek bir söylem ortaya koyamaz isek, bu iş böyle sürecek ve daha kötüye gidecek. Olan, Lübnan'da İsrail bombasıyla ölen masum çocuklara veya Londra metrosunda işine giderken havaya uçurulan suçsuz sivillere olacak. Ve en kötüsü, tüm insanlığa yönelik bir kurtuluş mesajı olan İslamiyet'in, insanlığın önemli bir bölümüne ulaşmasının önüne büyük bir set çekilecek.
Müslümanca Öz Eleştiri I: Din Özgürlüğü
Etyen Mahçupyan'ın makalesine atıfla siteye eklediğim son yazıda, içine doğru sürüklenmekte olduğumuz "medeniyetler çatışması" girdabında Müslümanların da herhangi bir öz eleştiriye ihtiyacı olup olmadığını sormuştum. Gelen cevapların önemli kısmı, tahmin ettiğim gibi, "hayır, suç Batı'da" diye özetlenebilecek bir içerikteydi.
Bu cevaplara karşı Batı'nın tek parça olmadığı, vicdanlı ve barış yanlısı pek çok Batılı çevrenin de bulunduğunu hatırlatmak mümkün. Şimdiye kadar başka yazılarımda bu hatırlatmayı yapmaya çalıştım zaten. Ama kanımca daha da önemli olan, çoğumuzun hiç yanaşmak istemediği o "öz eleştiri" kısmı. Acaba Müslümanlar yanlış bir şeyler yaparak Batı'nın saldırganlığını kışkırtıyor veya gerekçelendiriyor olabilirler mi?
Bu konuda cevap vermeden önce, İngilizce bir makaleyi tavsiye edeyim: Cleveland Eyalet Üniversitesi'nden hukuk profesörü (ve İslam hukuku hakkındaki bir kitabın yazarı) olan David Forte'nin Islam's Trajectory (İslam'ın Yörüngesi) adlı uzun yazısı. Forte, son yıllarda mantar gibi çoğalan İslam düşmanı "İslam uzmanları"ndan biri değil. Yazısında, İslam'ı, daha doğrusu Kur'an-ı Kerim'i ve İslam peygamberini hayli övmüş. Kur'an'ın diğer dinlere karşı hoşgörülü hükümler getirdiğini, kadınlara görülmemiş özgürlükler ve haklar verdiğini, adaletli ve barışçıl bir toplum düzeni öngördüğünü anlatmış. Makalenin devamında ise, İslam'ın devletleştiği dönemde, özellikle Emeviler ve Abbasiler zamanında,
Kuran dışı çeşitli geleneklerin, örneğin Bizans ve Sasani imparatorluklarından alınan despot hukuk anlayışlarının İslam fıkhına karışarak baskıcı hükümler ürettiğini, bunların bazı durumlarda hadislerle karıştığını izah etmiş. Bu yoruma büyük ölçüde katılıyorum.
Neyse, İslam fıkhının gelişimi ayrı ve çok uzun bir konu. Demek istediğim, söz konusu Prof. Forte'nin "İslam düşmanı" bir Batılı olmadığı, aksine olumlu bir profil çizdiği. 11 Eylül olayının hemen ardından kaleme aldığı "Din, Düşman Değil: Bin Ladin'e Bakıp İslam'ı Görmeyin başlıklı yazısında da hayli "İslam yanlısı" bir yorum getirmiş.
Ama Forte'nin makalesi bunlardan ibaret değil. İlk paragraflarında bu yıl Afganistan'da yaşanan ve Batı dünyasını ayağa kaldıran bir olayı anlatıyor: Din değiştirip Hıristiyanlığı seçen Abdül Rahman adlı Afganlı hakkında ülkede çıkarılan ölüm fetvasını. Bu fetva üzerine aralarında Papa XVI. Benedict de olmak üzere pek çok Batılı lider devreye girmiş ve Afgan yönetimini cezayı infaz etmekten caydırmıştı. Eski Müslüman yeni Hıristiyan Abdül Rahman, şimdi iltica ettiği İtalya'da yaşıyor, ama suikast endişesiyle kimliğini gizli tutuyor.
Abdül Rahman olayı, İslam dünyasındaki din özgürlüğü probleminin sayısız örneğinden biri. İslam fıkhında "din değiştirenin katli gerekir" gibi hükümler olduğu için, şeriatın uygulandığı ülkelerde bir Müslümanın din değiştirmesi idam gerektiren bir ceza sayılıyor. (Oysa Kur'an'da din değiştirmeyi suç sayan hiç bir hüküm olmadığı gibi, aksine "dinde zorlama yoktur" [Bakara, 256] veya "Hak Rabbinizdendir; artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin" [Kehf, 29] gibi din özgürlüğünü tesis eden ayetler var.)
Söz konusu baskıcı zihniyet nedeniyle İslam ülkelerinde Hıristiyanlığın veya başka dinlerin yayılması, yeni kiliseler veya başka ibadethaneler açılması çoğu zaman problem yaratıyor. Suudi Arabistan gibi katı rejimlerde bu tamamen yasak. Başka ülkelerde ise hukuki yasaklama olmasa bile toplumsal bir reaksiyon var. Ülkemizde de, malum, son yıllarda giderek yükselen bir kilise/Hıristiyanlık düşmanlığı mevcut. (Gerçi bu, dindar kesimden ziyade bazı "ülkücüler"den kaynak buluyor, ama uzaktan haber bültenlerini okuyan bir Batılı için aradaki farkı farketmek zor. Trabzon'da bir rahip vurulunca, "Müslümanlar yine Hıristiyan öldürdüler" diye algılıyorlar. )
"İslam'ın Yörüngesi" başlıklı makalesinde Abdül Rahman olayını anlatan David Forte ise, şu yorumu yapıyor: