Osmanlı İmparatorluğu'nda 17. yüzyıla kadar her tür ekonomik faaliyet, toplum içinde prestijli bir konuma sahipti. Tarıma büyük önem verilir, mal alıp satanlar için “Bezirganlık, ulular sanatıdır, dünyanın şenliği bunlarladır” gibi olumlu tanımlamalar kullanılırdı. Esnaflık ise ekonomik istikrarın temel unsuru sayılırdı. Esnafa ve tüccara bakış açısı, duraklama ve gerileme dönemlerinde değişti. Bilim ve teknolojideki gelişmeler iyi izlenmeyince üretimi artırma yolları tıkandı. Doğu ticaret yollarının kapanması, ticaretteki kazançları azalttı. Fetihlerden elde edilen gelir de zamanla gerileyince, Sabri Ülgener'in “İktisadi Çözülmenin Ahlak ve Zihniyet Dünyası” adlı eserinde vurguladığı gibi, ekonomik hayat bir durgunluk içine girdi. Bu ortamda üretime ve ekonomiye daha fazla önem verilmesi gerekirken tam aksi yönde eğilimler ortaya çıktı. Kanaatkârlığın ve mistik değerlere sığınmanın yaygınlaştığı bir ortamda, devlet büyüklerine kapılanma ve kolay yoldan para kazanma gibi olumsuz eğilimler güçlendi. Gerileme döneminde başlıca iş alanları aşağıda görüldüğü gibi irtifa kaybetti: - Osmanlı'nın gelişme döneminde “hırfet” kelimesi sanat ve zanaat, harif kelimesi, zanaatkar anlamında kullanılırdı. Sonraki dönemlerde “harif” kelimesi “herif”e dönüştürülerek olumsuz anlamlarda kullanılmaya başlandı. - Gerileme döneminde, toplumun büyük çoğunluğu esnaflara karşıydı. Şair Sümbülzade Vehbi bunlar için “Sınıf-ı esnafta yoktur insaf” nitelemesi ile toplumdaki bu duygulara tercüman oluyordu. - “Bezirgan” kelimesinin anlamındaki alçalma günümüzde de devam ediyor. Bu kelime normal bir alım satım faaliyeti için değil de kuşku duyulacak ticari faaliyetler için kullanılıyor. Ticaret ve her tür kazancı amaçlayan ekonomik girişimlerin, dürüst rekabet kurallarına ve yasa hükümlerine uygun olduğu sürece onurlu bir iş sayılması gerektiği ancak Osmanlı'nın son döneminde kabul edildi. Hazreti Muhammed'in “El kasib-u Habibullah” (çalışıp kazananı Allah sever) hadisi, geçen yüzyılın başlarında hatırlandı ve İstanbul Kapalıçarşı'nın Çadırcılar Kapısı üstüne Hattat Sami Efendi tarafından yazıldı. “Paranın elin kiri” sayıldığı dönemler geride kalmış görünse de girişimciliğin ve girişimcinin, toplum içinde hak ettiği itibarı gördüğü henüz söylenemez. Bürokrasinin önemli bir bölümü, girişimcilere hâlâ zorluk üstüne zorluk çıkarıyor.Girişimcilere zorluk üstüne zorluk çıkaran söz konusu "bürokrasinin önemli bir bölümü"nün laiklik ve fikir özgürlüğü gibi başka konularda da hala 1930'lardaki gibi, yani "çağdışı" bir zihniyetle düşünüp davrandığını da buraya eklemek lazım. Bir başka deyişle "kapitalizm"in iyi bir şey olup olmadığı konusunda, "kapitalizm düşmanları"nın dünya görüşüne, özellikle de dine yönelik bakış açılarına göz atılarak da fikir yürütülebilir...
Yeniden İslam Ve Kapitalizm Üzerine
Önceki bazı yazılarımda İslam ile kapitalist ekonomi modelinin uyumlu olduğunu savunmuştum. (Bkz, "Kapitalizm Gerçekten İslam'a Uymaz mı?", "İngilizce Makale: 'Islamocapitalism' ".) Bunlar bazı okurlara "kulak tırmalayıcı" gelmiş olabilir, çünkü bizde "kapitalizm" denince daha ziyade maddecilik, açgözlülük, paraya tapınma gibi ahlaki alçalmalar akla geliyor. Benim "kapitalizm"den kastım (ve kavramın doğru manası) ise; devletin otoritesinin sınırlandığı bir sosyo-ekonomik düzen ve girişimci bireylerin yaratıcılık ve yenilikçiliğini teşvik eden bir kültür. Sosyalizmin seküler bir anlayışla "devlet"e yüklediği sosyal adalet hedefinin ise, Kuran'ın ve diğer ilahi kitapların öngördüğü gibi, asıl olarak bireylerin ve cemaatlerin vicdanıyla gerçekleştirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Yine de kapitalizm "bu topraklara" yabancı bir kavram gibi durduğu için toplumumuzun çoğuna, özellikle de dindar kesime biraz uzak geliyor. Dindar iş adamları başarılı kapitalist girişimlerde bulunsalar bile, yaptıkları işin öyle tanımlanmasını istemiyor gibiler. Kanımca bu önyargıyı biraz sorgulamak gerek. Girişimcilik, iş kurmak, para kazanmak, kar etmek gibi kavramlar gerçekten de "ithal" mi, yoksa İslam'ın özünde ve geleneğinde olup da bazı Müslümanların zamanla kötü görmeye başladığı meşru değerler ve hedefler mi?
Araştırmacı yazar Faruk Türkoğlu'nun Referans gazetesinde yayımlanan "Girişimci Milletin Efendisidir" başlıklı uzun analizinde bu soruya ışık tutacak bir bölüme rastladım. Türkoğlu, "Tarih Boyunca Girişimcilik" alt başlığıyla, Osmanlı İmparatorluğu'nda "bezirganlığın" ("iş adamlığının") ilk başta iyi görülmesine rağmen sonradan kötü bir imaj kazanışını şöyle anlatmış: