"Türkiye'de İslamcı alan, kendi içinden, 'Batı' ile barışık bir kesim üretti. AKP bir bakıma bunun adı gibi. Bu olurken, 'Batı'yı olmazsa olmaz gören Türkçü kesim de günden güne şiddetlenen bir 'Batı düşmanlığı' üretti... Bugünün büyük kavgası, İslam'ın var olan cephelerden hangisine çekilmesi gerektiği üzerinde kopuyor.""Türkiye'deki İslamcı alan"ın bir yüzü Batı ile diyaloğa inanan AKP (ve genel olarak "Nurcu çizgi" ise), diğer yüzü Necmeddin Erbakan liderliğindeki çizgidir. Sayın Erbakan, bilindiği gibi, Batı'ya karşı topyekün bir karşı duruşu savunagelmiştir. AB'ye, ABD'ye, "beynelmilel Siyonizm"e karşı reddiyeciliği savunmuştur. Ancak ne enteresandır ki Sayın Erbakan tam da bugünlerde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği bir karar sayesinde, hapisten kurtulmuş durumda. Eğer savunageldiği gibi söz konusu "Hıristiyan Kulübü"yle tüm bağları koparmış olsaydık, Türk yargısının kendisi hakkındaki haksız kararını bozacak bir otorite de olmayacaktı. Peki bu, Batı'nın mükemmel bir özgürlük havarisi olduğu, onu bütünüyle kabul edip kucaklamamız gerektiği anlamına mı geliyor? Hayır. Sadece Batı'nın bir Haçlı Seferi veya Müslüman soykırımı yürütmediğine dair küçük bir veri sunuyor bize. Kuşkusuz "Batı Haçlı Seferi veya Müslüman soykırımı yürütmektedir" diyenlerin gösterebilecekleri pek çok veri de var, ama verilerin tümüne bakınca ortada böyle ak/kara bir tablo olmadığı, Batı'nın içinde farklı unsurlar ve eğilimler olduğu, bunlarla işbirliği ve diyaloğun da Müslümanlara yarayabileceği ortaya çıkıyor, kanımca... İşin başka bir ilginç tarafı, Sayın Erbakan'ın temsil ettiği siyasi çizginin "Batı emperyalizmine direniş" mantığı içinde, son yıllarda Türkiye'nin en koyu, bağnaz, otoriter seküleristlerine yaklaşmakta oluşu. Milli Gazete'nin giderek ulusalcı çizgiye yaklaştığı, Vural Savaş gibi isimlere sayfalarını açtığı malum. Demokrasiye karşı "laik cephe" kurmak için kapı kapı gezen Rahşan Hanım'ın da ikide bir "Türkiye'yi Yahudiler gizlice satın alıyor" gibisinden hezeyanlarla manşetlere çıkması kayda değer. Bu kanımca çok enteresan bir tablo: Türkiye'yi içten yıkmaya yönelik bir "Yahudi ve Batı komplosu" olduğuna inandığınızda, ister istemez Rahşan Hanım'ın yanında yerinizi hazırlamaya başlıyorsunuz. Sizce Müslümanlar ne yapmalı? Bosna ve Filistin Son günlerde buna benzer meseleleri Filistin, Bosna ve Irak üzerinden tartıştık. Bosna hakkında ilave bir şeyler söyleyeyim: Ben Bosna'da "Batı dünyası"nın değil, ABD'nin Müslümanların yanında yer aldığını belirttim. Bunda da ısrarlıyım. İngiltere ve Fransa gibi Avrupa ülkeleri ise üstü kapalı da olsa uzun süre Sırpları arkaladılar. (Srebrenica'yı katliam yapmaları için Çetniklere teslim eden Hollandalı rezilleri de belirtmek gerek.) ABD'nin en büyük vebali, meseleyi uzun süre "Avrupa'nın sorumluluğu" olarak görüp pasif kalmasıdır. Ancak 94'ten itibaren NATO kanalıyla soruna dahil oldu. NATO uçakları Sırp jetlerini vurup düşürdüler, çeşitli defalar Sırp mevzilerini bombaladılar. Dahası ABD Boşnakları ve Hırvatları Washington'da barıştırdı ve Sırplara karşı tek cephe olmalarını sağladı. Dayton öncesinde ABD'nin bir Boşnak saldırısını durdurduğu doğrudur; bunun için "Dayton'ı mümkün kılacak bir dengenin sağlanması için zorunluydu" demişlerdi. İzzetbegoviç Dayton'dan çok memnun olmasa da anlaşmayı imzaladı; bu sayede Bosna 10 yıldır güven içinde. (Keşke Arafat da 2000 yılında İzzetbegoviç'i örnek alsaydı.) Öte yandan Kosova'da ABD Sırpları doğrudan bombalamış, etnik temizliğin önünü ilk baştan almıştır. Bunun "kamuoyu baskısı" nedeniyle olduğunu belirtmiş Bekir bey. Tabii ki öyle ve zaten bence püf nokta da burada: Batı kamuoyunu kazanabilmek. Boşnaklar, bence ümmetin yüz akı olan tertemiz bir "cihad" vererek bunu başardılar. Sırpların alçakça ve canavarca vahşetine karşı, ilkeli, ahlaklı bir direniş gösterdiler. Hiç bir Boşnak gidip de Belgrad'da restoranları havaya uçurmadı, Sırp çocukların okul servisini bombalamadı. Bu sayededir ki 90'lı yıllarda Batı kamuyounda "terör" kavramı - Boşnaklarla hiç değil - Sırplarla anılır oldu. O yıllardaki Amerikan filmlerine bakarsanız, "Sırp teröristlerin ABD'ye saldırısı" temasının sıkça işlendiğini görebilirsiniz. ("Boşnaklar kendilerini vurup suçu Sırplara atıyor" diye "rapor" yazan Josef Bodansky adlı bir alçak vardı; ama kimse buna itibar etmedi.) Aralarındaki Yahudi örgütlerinin de bulunduğu pek çok kişi ve kurum, "Sırp saldırganlığı durdurulsun" diye ABD'de lobi yaptı ve bu da etkili oldu. Miloseviç'in yargılanması da yine ABD sayesinde mümkün oldu. Bugün Sırp milliyetçileri koyu Amerikan düşmanıdırlar ve "Amerikan emperyalizmi"nin Balkanlar'a Müslümanlar aracılığı ile yayıldığına inanırlar. Bizdeki seküleristlerin "Yeşil Kuşak" paranoyasını hatırlatır şekilde... Keşke Filistin'in direnişi Bosna'nınki kadar temiz olabilseydi. Haklı davalarında kendilerini haksız duruma düşürmeselerdi. Bunda İzzetbegoviç gibi bilge liderlerin yokluğu kadar, Filistin davasındaki Marksist-Leninist etkiyi de sorumlu görüyorum. Sivil İsraillilere yönelik terör, o zamanlar hızlı Marksist olan FKÖ'nün ve Ebu Nidal gibi koyu komünist fraksiyonların eliyle başladı. Oradan Hamas veya İslami Cihad'a miras kaldı. Söz konusu Marksist-Leninist etki, ne yazık ki, sadece silahlı gruplarda değil, genel olarak günümüz İslamcılığının bazı tonlarında var. Müslüman olmayı - Allah'a inanmak, Kuran'a tabi olmakla değil de - "Batı'ya düşman olmak"la tanımlayan bu "Dindar Olmayan İslamcılık" problemini önceki bir yazımda ele almıştım. Bu tehlike, "theo-centric" (Allah merkezli) olan din tasavvurunun giderek (Batı karşıtlığı anlamında) "antropo-centric" (insan merkezli) hale gelmesi tehlikesidir. İlla silahlı, militan bir şekilde de ortaya çıkması gerekmez; çok daha masum ve makul ama yine de mahzurlu örneklerini görüyorum. Örneğin ilahi bir mucize olan kıyametin, Batı medeniyetinin yeryüzünü kirletmesi sonucunda gerçekleşeceğini düşünmeye başlamış iseniz, bu yazıda olduğu gibi, "theo-centricism"den kayma problemini ele almakta fayda var. "Batı"ya dönersek, ben, daha 50'li yıllarda "Avrupa ikidir" diyen Bediüzzaman'ın vizyonunun hala doğru ve geçerli olduğuna inanıyorum. Batı'da her türlü sefillik, adilik, azgınlık ve saldırganlık olduğu kadar, önemli erdemler ve hikmetler de var. Bu ikinci yönü görmezden geldiğimizde veya "vardır ama istisnadır" dediğimizde, kendimize zarar verdiğimizi düşünüyorum. O düşünceden çıkacak siyasi sonucun, Rahşan Ecevit, Vural Savaş ve benzerleri tarafından tanımlanacak bir Türkiye olduğunu da unutmayalım... Bu arada, bir not daha: Haber doğru ise, Somali Yüksek İslami Konseyi'nin kurucularından olan Şeyh Abdala Ali, "Namaz kılmayan kafir olarak kabul edilecektir, şeriat da öldürülmelerini emreder" demiş. Batı'daki İslamofobi'yi eleştirir ve kınarken, buna gayet elverişli malzeme sağlayan bu gibi görüşlere ne demeliyiz? Namaz kılmayan gerçekten öldürülmelidir mi? Veya Kur'an'ın "dinde zorlama yoktur" (2/256), yahut "Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzündekilerin tümü, topluca iman ederdi; öyleyse, onlar mü'min oluncaya kadar insanları sen mi zorlayacaksın?" (10/99) gibi hükümleri uyarınca, namaz kılıp kılmamak özgür iradeye mi bağlıdır? Tartışacak o kadar çok konu var ki...
Batı Ve İslam
Murat Belge, Ziya Gökalp'ten bugüne Türk milliyetçiliğini yorumladığı bugünkü yazısında şöyle demiş: