Türk basıninda son günlerde pek çok kalem Fransa'ya ateş püskürüyor. Sebep, bu ülkede "Ermeni soykırımı"nı tarihsel bir gerçek olarak ilan eden ve bunu "inkar edenlere" hapis cezası verilmesini öngören bir yasa tasarısı. 1915 olayları daha önce de yazdığım gibi bir "soykırım" olmadığı için, Fransa'nın bu olaylara getirdiği tarif elbette yanlış. Ama daha da yanlış olan, bir konudaki görüş farklılıklarını yasa yoluyla cezalandırmakta sakınca görmeyen despot Fransız zihniyeti. Bence en ilginç olan nokta ise, söz konusu Fransız zihniyetine karşı öfkeyle ayağa kalkan Türk elitinin önemli bir bölümünün, aslında aynı despot zihniyetin - hatta onun daha da katısının - temsilcileri olmaları. Türkiye'de din ve dindarlar üzerinde baskılar getiren otoriter laiklik anlayışı, Fransa'nın bir kopyası, hatta ondan bile daha radikal. Cengiz Çandar "Eğer koca Avrupa'da Türkiye'yi hatırlatacak ölçüde bir 'yasakçı kafa yapısı' varsa, orası Fransa olmalı" derken iki ülkenin elitleri arasındaki zihinsel paralelliği doğru özetliyor. Vatan gazetesi yazarı Ruhat Mengi de Fransa'yı "çağdışı, baskıcı, demokrasiyle asla bağdaşmayan" bir yasa hazırlamakla suçlamış. Çok güzel. Peki ama madem bu ülke "çağdışı, baskıcı, demokrasiyle asla bağdaşmayan" yasalar ve fikirler üretiyor, onun ürettiği laiklik anlayışına neden bu kadar aşkla bağlıyız? Yoksa bizim de "çağdışı, baskıcı, demokrasiyle asla bağdaşmayan" bir zihnimiz mi var? Fransa'ya bakınca aynada kendimizi görmüyor muyuz?15 Ekim 2005 tarihli "Fransa'dan İbret Almak" başlıklı yazımda ise şöyle demiştim:
Fransa 19. yüzyıldan bu yana Türk elitinin önemli bir bölümü için ilham kaynağı olagelmiştir. Ve Fransa'nın hoşgörüsüz, katı, "devrimci", Jakoben geleneği, biz de nice toplumsal sorun üretmiştir. Geçtiğimiz Cuma günkü Radikal'deki köşesinde Türk elitinin bu geleneksel Fransız sevgisine işaret eden Haluk Şahin, şöyle yazıyordu:"Şimdiki gençler için Fransa sıradan bir ülke; Fransızca ise orta önemde, ama öğrenilmese de olur cinsinden bir dildir. Benim kuşağım için öyle değildi. Bizim için Fransa düşünce ve edebiyat dünyasının merkezi, Fransızca ise ne pahasına olursa olsun mutlaka öğrenilmesi gereken bir dil idi. Benim kuşağım 18 yaşındayken Camus ve Sartre okumayı zorunluluk saydı. Bize göre dünyanın en akıllıca sözleri Fransa'da edilir, oradan dünyaya yayılır ve tabii bu arada Türkiye'ye gelirdi..."Ancak Haluk Şahin, buna, tüm "Frankofonlar" için durup düşünme nedeni olması gereken bir teşhis ekliyordu: "Bakıyorum da, son zamanlarda dünyanın en akılsızca, en ipe sapa gelmez sözleri Fransa'da ediliyor." Belki eskiden de Fransa'da edilip bizde çok sevilen bazı sözler "akılsızca, ipe sapa gelmez" şeylerdi, ama elitlerimiz bunu fark edemiyorlardı. Dolayısıyla hazır Fransa'nın katılığını ve hoşgörüsüzlüğün fark etmeye başlamışken, belki de geriye dönüp "Frankofon" mirasımızı sorgulamak gerekiyor. Örneğin Fransız tipi laikliği bir kenara bırakıp, Anglo-Sakson tipi laikliği ele almaya ne dersiniz?