İtalya'da Avrupa Ve İslam Sempozyumu
23-25 Şubat 2006 günlerinde İtalya'nın Montepulciano kentinde "Noi e l'Islam" (Biz ve İslam) başlıklı bir sempozyum düzenlendi. Focolare ve Legambiente adlı İtalyan kuruluşların organize ettiği ve İslam ile Avrupa kültürü arasındaki ilişkilerin tartışıldığı toplantıda İtalya'nın ve Avrupa'nın İslami konularda uzmanlığıyla tanınan çeşitli akademisyen, gazeteci ve dini liderleri söz aldı. Mustafa Akyol da iki ayrı konuşmayla katıldığı programda, İslam adına uygulanan terörün İslami kaynakların çarpıtılmasıyla üretildiğini, "İslami terör" denen şeyin aslında İslami olmayan bir öfkeden kaynaklandığını, bunun kökeninde ise Batı'nın hatalı politikalarının payı bulunduğunu anlattı.
Konferansa yine Türkiye'den katılan Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Genel Sekreteri Cemal Uşak da, Türkiye'deki İslami geleneğin barışçıl, hoşgörülü ve diyaloğa açık karakterini anlatan bir konuşma yaptı. Sayın Fethullah Gülen'in teşvikiyle dünyanın dört bir yanında açılan Türk okullarının bir barış köprüsü işlevi gördüğünü de izah eden ve bu okullardan örnekler veren Sayın Uşak'ın sunumu, ilgiyle takip edildi.
Mustafa Akyol'un sempozyum hakkındaki yorum ve izlenimleri, 4 Mart 2006 tarihli Referans gazetesinde yayınlanan "Avrupa Müslümanları Türkiye'yi bekliyor" başlıklı aşağıdaki yazıdan okuyabilirsiniz.
AVRUPA MÜSLÜMANLARI TÜRKİYE'Yİ BEKLİYOR
Şubat ayının son haftasında İtalya'daydım. "Biz ve İslam" başlıklı bir sempozyumda konuşmak için... Gittim, konuştum ve geldim. Ve bir kez daha Batı ve İslam dünyası arasında karşılıklı diyalog, eleştiri ve özeleştirinin ne kadar gerekli olduğunu gördüm.
Söz konusu sempozyum, Focolare ve Legambiente adlı, Katolik ağırlıklı İtalyan kuruluşların organize ettiği, temel amacı İtalyan medyasını İslam konusunda aydınlatmak olan üç günlük bir toplantıydı. İtalya'nın önde gelen gazete ve televizyonlarının muhabir ve editörleri, İslam dünyası hakkında uzmanlığı ile tanınan akademisyen ve yazarlarla bir araya getirildiler. Amaç medeniyetlerin "çatışma" yerine birbirini anlama yolunu seçmesiydi. Seçilen mekan da biçilmiş kaftandı: Sanki Ortaçağ'dan bugüne ışınlanmış gibi duran, tarihi ve turistik bir kasaba kimliğindeki büyüleyici Montepulciano.
İtalyan Tarihçi Batı'yı Eleştirdi
Sempozyumda konuşan ünlü isimlerden biri, İtalya'nın en önemli tarihçilerinden biri olarak kabul edilen - bizdeki Sayın Prof. İlber Ortaylı'nın "muadili" sayılabilecek - Franco Cardini idi. Cardini, bir Ortaçağ uzmanı olarak, Batılıların İslam hakkında yanlış önyargılara sahip olduğunu anlattı. Batı'nın çoğu kez "ileriyiz, çünkü liberal demokrasiye sahip ve insan haklarına saygılıyız" diye düşündüğünü belirten Prof. Cardini, bunun gerçekliğin sadece bir yüzü olduğunu vurgulayarak şöyle dedi:
"Batı bugün diğer medeniyetlerden ileri, çünkü son 500 yıldır, daha üstün bir askeri güce sahip olduğumuz için, onların topraklarını işgal ettik ve onlardan ucuza satın aldığımız ham maddelerle ürettiğimiz malları, onlara, bizim belirlediğimiz yüksek fiyatlarla geri sattık."
Cardini, konuşmasında bugün İslam dünyasında yaşanan problemlerde Batı'nın payı bulunduğunu da anlattı. Aşırı milliyetçiliğin Batı'nın Ortadoğu'ya bir "hediyesi" olduğunu belirten Cardini, "19. yüzyılın sonlarına dek Arap dünyasında vatan kavramı yoktu, bu kavram etrafında örülü koyu milliyetçilik, İslam dünyasına Batılılaşmış entelektüellerin eliyle aktarıldı" dedi. İtalyan tarihçi, radikal İslamcı ideolojinin kökeninde de yine Batı kaynaklı bir fikir olan sosyalizmin yattığına işaret etti.
Cardini'ye kahve molasında Türkiye'nin AB sürecini sordum. "Sizce Avrupa bizi içine alacak mı" dedim. "Evet" dedi, "buna inanıyorum." Sonra Türkiye ile Avrupa'nın zaten yüzyıllardır karşılıklı etkileşim içinde olduğunu, Sultan Kanuni Süleyman'ın kanunlarında Roma İmparatoru Justinyen'in yasalarının etkisinin görülebildiğini, İslam'ın da Avrupa kimliğine katkıları olduğunu söyledi. "Ama" dedi, "Türkiye'nin AB'ye girmesi için varması gereken bazı aşamalar var bu biraz zaman alacak."
AB'ye İslami Bakış
Sempozyumun konuşmacıları arasında kayda değer bir başka isim de, Fransa'nın bir önceki müftüsü Soheib Bencheikh idi. Cezayir asıllı olan Soheib bey, şık takım elbisesi ve Prada marka gözlükleriyle bildiğiniz müftülere ilk bakışta pek benzemiyor, ama konuşmasından ciddi bir İslami birikim ve derinliğine sahip olduğu anlaşılıyordu. Türkiye'den geldiğimi öğrenince sevindi ve "biz Avrupalı Müslümanlar Türkiye'nin Avrupa Birliğine girmesini dört gözle bekliyoruz" dedi, "çünkü o zaman Avrupa'da kendisiyle gurur duyacağımız ve hassasiyetlerimizi paylaşan büyük bir Müslüman ülke olacak".
Benzer yorumları Avrupalı Müslümanlardan daha önce de duymuştum. Ve bu durumun AB sürecine "İslami bakış" açısından önemli olduğu kanısındayım. Malum, Türkiye'de "İslami kesim"in önemli bir kısmı AKP önderliğindeki AB sürecini desteklerken, daha muhafazakar duran bir diğer kısmı ise, "ne işimiz var Hıristiyan Kulübü'nde" diye düşünüyor. Türkiye'nin AB'den ziyade Ortadoğu'ya yönelip bir "İslam Birliği" için çalışması gerektiğini savunuyor.
Ama belki de Müslümanlar için iyi olan, kendi içlerine kapalı bir dünya kurmaya çalışmak yerine, dünyanın bütünü ile entegre olmak. Küreselleşen dünyada zaten artık Avrupa da bir "Müslüman toprağı" ve Türkiye'nin hem İslam medeniyetine dahil hem de Batılı değerleri benimsemiş bir ülke olarak orada bulunması, hem Avrupa hem de İslam için iyi olacak. Avrupalı Müslümanlar, bunun gayet iyi farkındalar.