Türkçe Yazılar

Türkiye Ve Başörtüsü

[Yazının İngilizce orjinali 2 Ekim 2005 tarihli The Washington Times gazetesinde ve TheWhitePath.com'da yayınlandı] headscraf.jpgDünyanın çok az ülkesinde polisler kadınların uygun kıyafet giyip giymediklerini denetler. Bu ülkelerden biri Suudi Arabistan'dır. Suudilerin kötü bir şöhrete sahip olan "mutavva" adlı "din polisleri", kadınlara başlarını ve vücutlarını zorla örttürür. Türkiye'de ise durum tam tersinedir: Türk polisler kadınları başlarını açmaya zorlarlar. Tabi adil olmak gerek: Türkiye'nin kıyafet yasaları Suudi Arabistan'a kıyasla çok daha hafiftir. Türkiye'de ise yasaklama sadece "kamusal alan" denen yerlerde uygulanır. Yani devlet binalarında, mahkemelerde, üniversite kampüslerinde ve tüm okullarda. Bu yasak Türkiye'de yıllardır ateşli bir tartışmanın konusu. Başörtü takma özgürlügü hiç bir devlet memuru veya lise öğrencisine hiç bir zaman tanınmadı, ama bir zamanlar üniversite öğrencileri bu özgürlüğe sahiptiler. Ta ki kampüslerde hiç dikkat çekmeyen küçük bir azınlıktan daha fazla hale gelene kadar... 90'lı yıllarda sekülerist ortodoksi üniversitelerde sayıları giderek artan bu "dinci"ler karşısında alarm durumuna geçti ve bu "sıkmabaşları" kampüs dışında tutkmak için katı kurallar getirildi.. Bu durum karşısında başörtülü öğrencilerin bazıları başlarını açmayı kabul ettiler ve eğtimlerine devam ettiler. Ama binlercesi üniversite mezunu olma şansını yitirdi -- sadece Allah'ın isteği olduğuna inandıkları bir kumaş parçasını başlarına örttükleri için. Bir kaç ay önce, uzun zamandır süren dramaya yeni bir bölüm daha eklendi. Doğudaki muhafazakar bir kent olan Erzurum'da kurulmuş Atatürk Üniversitesi'nde bir mezuniyet töreni vardı. Tüm öğrenciler, elbette tek biri bile başörtü takmadan, diplomalarını almaya geldi. Yanlarında anneleri ve büyük anneleri de vardı. Ama, eyvah, bazıların başörtüsü vardı! Üniversite rektöründen gelen direkt emir üzerine, polisler bu anne ve büyük anneleri kampüse girip sevgili kızlarının ve torunlarının mezuniyet törenini izlemekten alıkoydular. Bu hanımlar ağladılar, yalvardılar ve Atatürk'ün prensiplerine inandıklarına yemin ettiler; ama hiç bir şey değişmedi. Emirler kesindi. Türkiye'nin "kamusal alanında" -- yani Türkiye'nin nevi şahsına münhasır laikliğinin kurtarılmış bölgesinde -- hiç bir dini kıyafet asla gözükemezdi... Buradaki temel sorun, Türkiye'nin sekülerist ortodoksisinin katı ideolojisi. Onlarınki, 20. yüzyılın başlarında Fransa'dan ithal edilmiş olan hoşgörüsüz bir laiklik versiyonu. O dönem, Fransız devrimciliğinin anti-klerikel (din adamı karşıtı) fanatizminin doruk noktasıydı ve Nietzsche'nin "Tanrı öldü" iddiası entellektüel bir norm sayılıyordu. Kadir-i mutlak bir devletin ve tektip bir toplumun "gelişme"nin anahtarı olduğu sanılıyordu. 1923'te kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti de otoriter bir seküler milliyetçilik geliştirdi. Bu, dine karşı nötr değil, dinin üzerine egemen olan bir anlayıştı ve bazı durumlarda da dine karşı tavır aldı. Tek parti yönetiminde geçen iki onyıl içinde, pek çok İslami gelenek silindi ve yerlerine Avrupa'dan gelen gelenekler kondu. Bu reformları eleştirenler sert şekilde cezalandırıldılar. İşte bu yüzden Türkiye, diğer Müslüman milletlerin gözünde, hiç bir zaman İslam ve modernizmin uyumunu gösteren ikna edici bir örnek olmadı. Problemin temelinde, gerçek bir demokrasinin var olmayışı yatıyordu. Aslında son onyıllar içinde Türkiye çok daha demokratik bir ülke haline geldi. Ama hala 20. yüzyılın ilk yarısındaki otoriter seküler ulusalcılığın kalıntılarını taşıyor. Türkiye'nin mevcut muhafazakar hükümeti olan AKP, başörtüsü üzerindeki yasağı kaldırmayı çok istiyor. En azından üniversitelerde, en azından özel olanlarında. Ama AKP liderleri ne zaman yasağı kaldırmak için kanunları değiştirmekten veya referanduma gitmekten söz etseler, sekülerist ortodoksi bu hareketin bir "rejim krizi" yaratacağını hatırlıyor -- bu ifade, askeri baskının kibarcası. Dolayısıyla Türkiye, başını örten bir bayanın hiç bir eğitim şansına sahip olmadığı dünyadaki tek ülke olarak kalmaya devam ediyor. Türkiye'nin sekülerist ortodoksisi bu katılığın zorunlu olduğunu, aksi takdirde İslamcıların Türkiye'yi İran'a döndüreceklerini ileri sürüyor. Bu temelsiz bir korku. Türkiye'nin AKP lideri Tayyip Erdoğan tarafından önderlik edilen mevcut hükümeti, İslamcı değil -- hele bir yorumcunun yakın zaman önce ileri sürdüğü gibi "İslamofaşist" hiç değil -- muhafazakar bir politik güç ve son yıllarda Türk toplumunun tümüne daha fazla özgürlük getirdi. Zaten kamuoyu araştırmaları Türklerin yüzde 90'ından fazlasının laik bir rejim altında yaşamak istediğini, ama yüzde 70'ten fazlasının da başörtüsü gibi bireysel Müslüman uygulamalarına özgürlük istediğini gösteriyor. Aslında Türkler, (ABD Anayası'nda yazıldığı gibi) "ne bir dini empoze eden, ne bir dinin özgürce yasaklanmasını kısıtlayan" kanunlar yapan ve polisler çalıştıran bir devlet istiyor. Dolayısıyla ABD, genişletilmiş Ortadoğu'da özgürlük ve demokrasiyi teşvik ederken, Türkiye'nin bile bunların daha fazlasına ihtiyaç duyduğunu aklında tutmalı. İslamcı ve sekülerist otoriterizmlerin yanında, "liberal demokrasi" denen üçüncü bir yol daha var. Bu, tam da Türk toplumunun ihtiyacı olan -- ve hak ettiği -- bir model.
All for Joomla All for Webmasters