Fransa'nın Sorunu Devletçilik Ve Ulusalcılık
[29 Mayıs 2005 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı.]
Bu aralar Fransa ile oturup Fransa ile kalkıyoruz. Bu odaklanmada haksız da değiliz, çünkü bugün yapılacak olan referandumun sonucu bizim AB sürecimizi de yakından etkileyecek. Ancak sadece referandumdan çıkacak olan sonuçla değil, Fransa'yı bu noktaya getiren etkenlerle de ilgilenmek gerek.
Öncelikle bir noktayı belirtelim: Bugün Fransa'nın geldiği nokta, oldukça şaşırtıcı. Referandumdan ne sonuç çıkacağı henüz belli değil, ama "hayır" sonucu olası gözüküyor ve böyle bir olasılığın bu denli güçlü bir şekilde kapıya dayanmış olması bile garip. Çünkü eğer Fransızlar "hayır" derse Avrupa projesi önemli bir geri adım atmış olacak; oysa 1950'lerden bu yana, bu projenin mimarlığına ve öncülüğüne soyunmuş olanlar, bizzat onlar.
İşte bu yüzden, "Fransa bu hale nasıl geldi" sorusu önemli.
Cevabını aradığımızda ise, Fransız toplumunun derin ve yerleşik bazı eğilimleri karşımıza çıkıyor: Ekonomi alanında devletçilik, siyaset alanında ise ulusalcılık ve bununla içiçe geçmiş bir "Anglo-Sakson" (Amerikan ve İngiliz) fobisi.
Liberalizme Tepki
Referanduma karşı çıkan Fransızlar, bunları açıkça dile getiriyorlar zaten. "Hayır"cıları en çok çileden çıkaran, Avrupa Anayasası'nın, Anglo-Sakson tipi liberal ekonomiyi benimsemiş olması. Anayasa'nın "Birlik'in Amaçları" başlıklı bölümünde "Birlik, iç sınırların bulunmadığı bir özgürlük, güvenlik ve adalet alanı ile rekabetin serbest olduğu ve çarpıtılmadığı tek bir pazar sunar" deniyor. Yine aynı bölümde "kişilerin, malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımı, yerleşme ve iş kurma özgürlüğü" üzerinde duruluyor.
"Hayır"da ısrar eden eski başbakan Fabius ve onun sosyalist, Troçkist ve anti-globalist müttefikleri için, üstteki satırlar "kapitalizme teslimiyet" anlamına geliyor. (Bu arada, evet, Fransa'da hala kayda değer bir "Troçkist" kadro var!)
İyi ama "kapitalizm", yani liberal ekonomi kötü bir şey mi?
Bu soruyu yanıtlamak için, Fransız "hayırcı"ları gibi Troçki'nin, Marx'ın veya Lasalle'in kitaplarına değil de, "sahadaki gerçekler"e bakmak gerekiyor.
İngiltere nasıl başardı?
Bu gerçeklerin başında, kuşkusuz liberal ekonominin başında gelen ABD var. Amerikan ekonomisinin başarısı, tartışılmaz. Ancak "istisnai" karakteri nedeniyle ABD'yi bir kenara bırakıp, Fransa'nın hemen yanıbaşında ve ona yakın bir ölçekte olan İngiltere'ye bakalım.
Rakamlar tartışmaya yer bırakmayacak kadar açık: Fransa'da işsizlik oranı yüzde 10.2 iken, İngiltere'de sadece 4.7.
İngiltere'nin yıllık büyüme oranı ise yüzde 3.1'i bulurken, Fransa ancak yüzde 2'ye ulaşabiliyor. İngiliz başarısının sırrının liberal ekonomide yattığını bilmeyen ise yok. 1970'lerde oldukça kötü bir ekonomik düzeyde bulunan İngiltere'yi, 1980'li yıllarda Margaret Thatcher'ın ultra-liberal politikaları tarafından kurtarıldığı, bir vakıa. Toni Blair'in İşçi Partisi'nin başarısı ise, geleneksel devletçi çizgisini terk ederek liberal ekonomiyi benimsemesi, ancak bu ekonominin ürettiği bazı sosyal problemlere ağırlık vermesinden geliyor. Bir başka deyişle, İngiliz sağı da, solu da, dünyaya açık, liberal, rekabetçi piyasa ekonomisini benimsemiş durumda. Britanya, bu nedenle ilerliyor.
Aynı durum, İspanya için de geçerli.
Fransız ekonomisinin sorunu ise, hala devletçi olması. "Fransız siyasetinin merkezinin diğer Avrupa ülkelerine göre çok daha solda olduğunu" belirten The Economist dergisi, "Fransa'nın yüksek maliyetli, devlet ağırlı ekonomisi geçmişte işe yaramıştı, ama artık büyümenin önünde bir engel haline geldi" diyor.
İşin garip tarafı Fransız devletçilerinin İngiltere'nin başarısını yanlış yorumlayarak kendi ideolojilerine pay çıkarmaya çalışmaları. Örneğin, Chirac'ın partisinden millvetkili olan Nicholas Dupont-Aignan İngiltere ekonomisinin başarısını, "euro bölgesine girmeyip sterlin'i koruyarak, ekonomilerini kapalı tutmalarına" bağlıyor ve Fransa'nın da AB Anayasası'na "hayır" diyerek alabildiğine "ulusalcı" olmasını savunuyor. Tek kelimeyle, çarpıtma...
Fransa'nın tarih saplantısı
Fransız lider Chirac hakkında "Avrupa'nın Dinozoru" başlıklı bir kapak dosyası yayınlayan Newsweek dergisine göre, Fransa'nın dünya siyasetinde takındığı tutum ise, çoğunlukla kendisini oyun dışında bırakılmış hisseden küçük bir çocuğun tepkilerine benziyor. Bu tutumun nedeni de, Fransızların tarihteki büyük "Fransız İmparatorluğu"nun hayalinden bir türlü kurtulamayışları ve bugün yerine tarihte yaşamayı tercih etmeleri. Karşılarındaki günlük teknik meseleleri, ikide bir tarihe atıfta bulunarak çözmeye çalışıyorlar.
Örneğin Anayasa'nın ateşli karşıtlarından biri olan Jose Bove, "Bastille'den iki yüzyıl sonra, Fransız halkı şimdi de bu Anayasa denen zinciri kıracaktır" diyor.
"Fransız Devrimi'nin ilham kaynağı olan Bastille Hapishanesi ile AB Anayasası'nın ne ilgisi var" sorusunu ise kimse sormuyor. Hamaset, Fransız kültüründe her zaman prim yapıyor çünkü...
Göçmenler entegre olamıyor
Fransa'nın bir diğer önemli sorunu da, topraklarına kabul ettiği göçmenleri topluma entegre etmeyi başaramaması. Ülkede 5 milyondan fazla Müslüman göçmen var ve bunlar diğer Avrupa ülkelerindeki, örneğin İngiltere'deki Müslümanlara göre çok daha içlerine kapalı durumdalar. Bunda Fransa'nın başörtüsünü yasaklayarak dindar Müslüman kızları devlet okullardan uzak tutmasında ve dolayısıyla "kültürel getto"larına geri göndermesinin de rolü var. İngiltere'de ise başörtüsü veya Sihlerin sarıkları gibi dini giysiler, öğrenciler gibi "kamu hizmeti alanlar" bir yana, kamu hizmeti veren memurlar için bile serbest. Sonuç: İngiltere'deki dini ve etnik azınlıklar sisteme çok daha entegre durumdalar. Fransa'daki İslami topluluklarda ise radikalizm daha güçlü.
Peki bari bu konuda olsun, Fransa, İngiltere'den örnek alarak biraz daha toleranslı davranamaz mı?
Hayır, "Fransız ideolojisi" buna izin vermiyor.
Fransa'nın en büyük sorunu da zaten o ideoloji.
Aynı ideoloji, Türkiye'nin AB sürecine de taş koyuyor. Türkiye'nin AB'ye girmesine "hayır" diyen Fransızların oranı yüzde 67. Aynı rakam, İngiltere'de sadece yüzde 30.
Ve tüm bunlar üzerine durup bir düşünmek gerekiyor.
Acaba modernleşme yolunda Fransızların mı yoksa onların hiç sevmediği Anglo-Saksonların mı modeli daha doğru?..
Son bir buçuk yüzyıldır yıldır Fransız etkisi altında kalmış, "Frankofon" Türk elit için bu soru şöyle de ifade edilebilir:
Fransa'dan örnek yerine ibret almanın zamanı gelmiş olabilir mi?..