Türkçe Yazılar

Papa'yı Materyalistçe Yanlış Anlamak

[5 Nisan 2005 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı] Türkiye'nin koyu seküleristleri dünyadaki "de-sekülerizasyon"u kavrayamadılar. Onun için hala Yılmaz Güney filmlerinin puslu atmosferinde "Türk Aydınlanması"nı bekliyorlar. "Ulusalcılık" yoluyla da zaten kendilerini dünyaya kapatmış durumdalar. Türkiye'de veya dünyanın bir başka yerinde din güçlendiğinde, bunun altında illa "Amerikan emperyalizmi" yahut "yeşil sermaye" arıyorlar.
"Papa mı? Kaç tümen askeri varmış acaba?" - Josef Stalin Papa II. Jean Paul hayata gözlerini yumdu. Şimdi herkes asıl ismi Karol Wojtyla olan bu yaşlı adamın geçtiğimiz çeyrek yüzyılda dünyaya nasıl önemli bir damga vurduğunu konuşuyor. Özellikle de siyasi alanda yaptıkları, örneğin komünizmin yıkılışındaki katkısı, barış için gösterdiği çabalar ya da dinler arası diyalogtaki öncü rolü, minnetle anılıyor. Ama Papa'nın hakkında daha felsefi yorumlar da var. Veya yorum girişimleri. Bunlardan birini, Milliyet yazarı Ece Temelkuran şöyle dile getirmiş: "Bembeyaz ihtiyar adam, önceki gün Tanrısı'nın rahmetine kavuştu. Niye dövünüyor takipçileri bilmiyorum. Öte dünyanın varlığına gerçekten inanıyorlarsa eğer, ekspres yoldan cennete gideceği kesin olan bu adam için üzülmemeleri gerekirdi. Tuhaf. Galiba insan aklı, 'indirilen' onca kitaba karşın gövdenin bu dünyadan ayrılışının son olduğunu için için biliyor." Ece hanım'ın Papa'nın sayıları bir milyarı aşan Katolik takipçilerine "bu dünyadan ayrılışının son olduğunu için için bilip bilmediklerini" sorduğunu sanmıyorum. Bir tanesine bile sorduğunu sanmıyorum. Ama böylesine bir yargıda bulunabiliyor. Neden acaba? Bu yargıyı öne sürmek, ölüm sonrası hakkındaki kendi materyalist yargısını desteklemeye yaradığı için mi? Oysa gerçekte Papa'ya üzülen Katoliklerin çok daha farklı bir yaklaşımı var. Papa'nın ölümüne, o aralarından ayrıldığı ve onun manevi liderliğinden yoksun kaldıkları için üzülüyorlar. Papa'nın ölüm öncesinde haftalar boyunca süren acısı için de ağlayıp üzüldüler. Ama bunun da "için için" süren bir inançsızlıkla değil, aksine inançla ilgili bir anlamı var. Acının anlamı Newsweek geçen haftalarda yayınlanan "Papa'nın Acısı ve Bunun Katolik İnancı İçin Anlamı" başlıklı bir kapak dosyasında tam da bunu konu edinmişti. Dosyada, özetle, Katoliklerin, Papa'nın ölüm sürecinde çektiği acının onu Allah'a yaklaştıracak bir "çile" olduğununu düşündükleri ve aynı çileye ortak olmak istedikleri anlatılıyordu. Papa'nın 1000 küsür sayfalık biyografisinin yazarı olan Amerikalı Katolik teolog George Weigel ise iki hafta önce Washington Post'ta yayınlanan "Bir Papa'nın Alacakaranlığından Dersler" adlı makalesinde şöyle diyordu: "Çağdaş Batı kültürünün acı çekmekle pek bir ilgisi yoktur. Sadece acıdan mümkün olduğunca kaçınırız. Kaçınılmaz hale geldiğinde ise onu olabildiğince izole etmeye çalışırız... Acıyı kucaklamak, bize yabancı bir konsepttir. Oysaki Tanrı'nın isteğine itaatkar bir şekilde kucaklanan acı, Hıristiyanlığın merkezindedir." Ece hanım Milliyet'teki yazısının devamında Papa'nın ardından yapılacak seçimlerin "perde arkasını" belirleyeceğini varsaydığı emperyalist fitne-fücur'dan da söz etmiş, "Dünyada binlerce insanı harekete geçirebilecek Vatikan, bir iktidar tokmağı olarak herhalde sahipsiz bırakılmayacaktır bu seçimlerde" demiş. Ne ilginçtir ki, George Weigel da tam bu "zihniyeti" şöyle eleştirmişti Washington Post'taki yazısında: "Dünya Karol Wojtyla'nın 26 yıl süren papalık öyküsünden çok şey kaçırdı. Çünkü dünya onu politik düzlemde anlamaya çalışıyor; küresel sahnedeki önemli güç oyuncularından biri olarak görüyor... Ama bu, o değil ve en derin düzeyde neyle ilgili olduğunu da açıklamıyor bize." Marx'tan lümpenlere Benim işaret etmek istediğim asıl nokta, Papa'nın acısı, yüksek ahlakı veya Vatikan'ın "perde arkası"nın saflığı değil. İşaret etmek istediğim, bir zihniyet: Materyalistlerin, karşılarına çıkan her dini fenomeni, dini olmayan unsurlara indirgeme alışkanlığı. Bu oldukça yaygın bir alışkanlıktır. Sahiplerinin; dini bir "üstyapı" kurumu olarak tanımlayan ve aslında "altyapı" tarafından belirlendiğini ileri süren Karl Marx'tan, "bu hacı-hoca takımının hepsinin dini-imanı para" diye başlayan lümpen sohbetlerin duayenlerine kadar uzanan geniş bir yelpazesi vardır. Ama dünyayı bu şekilde görmek, fazlasıyla yanıltabilir insanı. Ve bu yanılgı henüz "bu dünyada" iken bile ortaya çıkabilir. Örneğin Sovyet diktatörü Josef Stalin kendisine Papa'dan etkisinden söz edildiğine, "kaç tümen askeri varmış acaba" diye gülüp alay etmişti. Bugün Stalin'in yönettiği ateist totaliterizmin yerinde yeller esiyor, Vatikan ise dimdik ayakta. Sadece Vatikan değil, dünyadaki tüm dini otoriteler, özellikle de "İbrahimi" olanlar, binlerce yıldır süregiden güçlerini koruyorlar. Dini otoritelerden uzaklaşan pek çok birey de inançsızlaşmıyor, bireysel din anlayışları geliştiriyor. Amerikalı sosyal bilimci Peter Berger'ın deyimiyle dünyada bir "de-sekülerizasyon" yaşanıyor. 19. yüzyılda "Tanrı öldü" diyen Nietzsche, 21. yüzyılda yalanlanıyor. Çünkü dinin kaynağında, Marx'ın "altyapı"sından çok daha farklı, derin ve asli gerçekler var. Bunun böyle olduğunu, artık pek çok bilim adamı ve sosyal bilimci de kabul ediyor. Türkiye'nin koyu seküleristleri ise henüz bu durumu kavrayamadılar. Onun için hala Yılmaz Güney filmlerinin puslu atmosferinde "Türk Aydınlanması"nı bekliyorlar. "Ulusalcılık" yoluyla da zaten kendilerini dünyaya kapatmış durumdalar. Türkiye'de veya dünyanın bir başka yerinde din güçlendiğinde, bunun altında illa "Amerikan emperyalizmi" yahut "yeşil sermaye" arıyorlar. Umarım Ece hanım kendisini bu "sekülerist fanus"tan kurtarır. Dışarda bambaşka bir dünya var çünkü... [5 Nisan 2005 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı.]
All for Joomla All for Webmasters