Türkçe Yazılar

Bayrağı Neden Yaktılar? (2)

[29 Mart 2005 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı] Üniter devletin çatısı altında, birbirimizin farklı etnik kökenlerine ve kültürlerine saygı duyarak yaşamak zorundayız. Bu ülkenin bayrağına da hep birlikte saygı göstermek durumundayız. Kerhen ve göstermelik olarak değil, isteyerek ve samimi bir biçimde... ----------------- Dünkü yazımda Mersin'de Türk bayrağı yakan çocukların psikolojisini, onların "Türkiye nefreti" ile yetiştiren ortamı anlamamız gerektiğini anlatmıştım. Bizler ve özellikle de Kürt vatandaşlarımız tarafından görülmesi gereken bir diğer önemli gerçek ise sözkonusu "Türkiye nefreti"ni körükleyen PKK'nın Stalinizm-etnik milliyetçilik karışımı ideolojisi. Daha doğrusu bu ideolojinin ne kadar habis olduğu. PKK 1970'lerde Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okuyan bir grup Marksist-Leninist militan tarafından kuruldu. Başlarında Abdullah Öcalan'ın bulunduğu bu militanlar arasında etnik köken yönünden Türk olanlar da vardı. Çünkü aslında "Kürt davası"ndan çok "komünist dava" güdüyorlardı. 80'lerde komünizm Türkiye'de ve dünyada çaptan düşmeye başlayınca, PKK'nın Kürt kimliği üzerinden yaptığı etnik milliyetçilik daha belirgin hale geldi. Ancak PKK "Kürtlük" adına binlerce Kürt vatandaşımızı katletmekten, "devlet yanlısı" bulduğu Kürt köylerini basıp kundaktaki bebekleri bile kurşunlamaktan çekinmedi. Kamboçya'da komünist diktatör Pol Pot'un "dava uğruna" üç milyon masum insanı öldürmesi gibi, Öcalan da kendisine boyun eğmeyenler için kılını kıpırtmadan "hepsin öldürün" emri verdi. PKK'nın ikiyüzlülüğü PKK barbar ve zalim olduğu kadar da ikiyüzlü bir örgüttü. Hala da öyle. İlk kurulduğu günlerden itibaren, Marksist-Leninist ideolojisinin doğal bir gereği olarak, İslam'a şiddetle düşmandı. Örgütün doktrinsel metinlerinde İslamiyet "Kürt halkının ulusal bilincini söndüren emperyalist bir ideoloji" diye kötüleniyordu. Ancak 1990'ların başında PKK İslam karşıtı ideolojisini ve stratejisini korumakla birlikte, uygulamada farklı bir taktik izlelemeye başladı. Bu yeni taktik, İslam'ın Kürt milliyetçiliğine uygun bir yorumunu geliştirmekti. Kürt sorunu konusundaki en önemli uzmanlardan biri olan David McDowall'ın belirttiği gibi, PKK bazı Kürt din adamlarıyla işbirliğine girerek, onlardan "İslam ile milli kimliğin birbirini dışlamadığı" yönünde görüşler aldı. Bir yandan da Kürtlerin çoğunun Şafi, Türklerin ise Hanefi mezhebine bağlı oluşlarını, bölücü bir etken olarak kullanmaya çalıştı. (Ki gerçekte her ikisi de Sünni olan söz konusu iki mezhep arasında hiç bir önemli fark yoktur.) İsmet İmset'in de belirttiği gibi, bu PKK'nın İslam'ı kullanma çabasıydı. İmralı vesayetinden kurtulmak Öcalan Türk polisi tarafından tutuklandığında bu kez, Türkler'e sevgisinden, Atatürk'e olan saygısından, döktüğü kanlar yüzünden duyduğu "pişmanlıktan" söz etmeye başladı. AB süreci sayesinde idamdan kurtulduktan sonra ise, yeniden Kürt sorununu kaşımaya ve çözümsüzlüğe götürmeye çalışıyor. Kan ve ikiyüzlülükle dolu bu tarih, PKK'nın habis ideolojisini açıkça gözler önüne seriyor. Nitekim bu, "önderlik" gibi garip bir sıfatla kutsallaştırılan Abdullah Öcalan'ın özel yaşamında da okunabiliyor. Kendisine kadın militanlarından harem kuran, "gerilla"lar dağlarda sefalet çekerken saray yavrularında sefahat süren Öcalan'ın, Kürtler için "önder" değil "ibret" olması gerekir aslında... Kürtlerin bunu acilen görmeleri ve "İmralı vesayeti"nden çıkmaları gerek. Türkiye Irak gibi değil. Orada Kürtler Araplardan tamamen soyutlanmış durumdalar. Türkiye'de ise Kürtler ülkenin dört bir yanında Türklerle içiçe yaşıyorlar. Dolayısıyla Türkiye ne bölünebilir, ne de federasyon olabilir. Bölmeye kalkarsanız, korkunç iç çatışmalar, hatta "etnik" temizlik" girişimleri yaşanabilir. Böyle bir felaket hiç kimseye yaramaz. Dolayısıyla üniter devletin çatısı altında, birbirimizin farklı etnik kökenlerine ve kültürlerine saygı duyarak yaşamak zorundayız. Bu ülkenin bayrağına da hep birlikte saygı göstermek durumundayız. Kerhen ve göstermelik olarak değil, isteyerek ve samimi bir biçimde... Aynı Hilal uğruna... Kürtlerin bu noktada görmeleri gereken önemli bir gerçek de ay-yıldızlı al bayrağın, sözde değil, gerçekten hem Türklerin hem de Kürtlerin simgesi oluşu. O bayrak, Cumhuriyet kurulmadan önce de Osmanlı'nın bayrağıydı. Sultan Abdülhamid'in Ermeni ve Rus çetelerine karşı Kürtler arasında kurduğu Hamidiye Alayları da, Çanakkale'de düşmana karşı omuz omuza savaşan kahraman Türk/Kürt Osmanlı askerleri de, "bir hilal uğruna" ve o hilalin temsil ettiği ortak değerler için göz kırpmadan ölüme yürümüşlerdi. Kurtuluş Savaşı'nda da Türkler ve Kürtler Anadolu'yu işgalden elbirliği ile kurtardılar. Yani Kürtler fiili olarak "kurucu unsur" idiler. Ancak bundan ayrı bir statü çıkarmak istemediler, çünkü zaten kendilerini Türklerle tek bir millet olarak görüyorlardı. Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey, 3 Kasım 1922'de Meclis kürsüsünden yaptığı konuşmada, Sevr Anlaşması'nı bir "paçavra" nitelemiş, Kürtlerin "azınlık" olarak tanınmasını isteyen Avrupalılar'a şöyle tepki göstermişti "Avrupalılar diyorlar ki: 'Türkiye'de yaşayan akalliyetlerin (azınlıkların) en büyüğü, en kesretlisi (kalabalığı) Kürtlerdir. Bendeniz Kürdoğlu Kürdüm. Binaenaleyh bir Kürt mensubu olmak sıfatiyle sizi temin ederim ki Kürtler hiç bir şey istemiyorlar. Biz Kürtler vaktiyle Avrupa'nın Sevr paçavrası ile verdiği bütün hakları, hukukları ayaklarımız altında çiğnedik ve bütün manasıyle bize hak vermek isteyenlere iade ettik. Türklerle beraber kanımızı döktük, onlardan ayrılmadık ve ayrılmak istemedik ve istemeyiz." İnsanın içinden "keşke merhum Yusuf Ziya Bey bugün hayatta olsaydı" demek geçiyor. Bu mümkün değil elbette, ama Kürtlerin onun ve Milli Mücadele kahramanı daha yüzbinlerce Kürt'ün vizyonuna ve ruhuna sahip çıkmaları mümkün. Onları ve tüm Türkiye'yi aydınlığa çıkaracak olan vizyon, bu vizyon. İmralı'nın kan kokan Stalinist/etnik milliyetçi hezeyanları değil...
All for Joomla All for Webmasters