Şam Kahvesinin Acı Tadı
[3 Mart 2005 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Karl Marx bundan yarım yüzyıl kadar önce "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor" demişti. Ona göre bu hayalet, sosyalizmdi. Aradan çok zaman geçti ve Marx'ın fena halde yanıldığı ortaya çıktı. Sosyalizm onun öngördüğü gibi "işçi devrimleriyle" değil, ancak profesyonel militanların eliyle iktidara geldi. Ve nereye geldiyse, orayı açık hava hapishanesine çevirdi. Dahası fakirleştirdi, donuklaştırdı, ruhsuzlaştırdı.
Günümüzde ise ortalıkta bir başka hayalet dolaşıyor. Marx'ın sosyalizminden daha yararlı bir hayalet bu. Adı, demokrasi. Şu günlerde de en çok Ortadoğu'da geziniyor.
Irak: "Yeter Söz Milletin"
Nasıl mı? Bunu görmek zor değil. Hayalet önce 30 Ocak'ta Irak'ta kendini gösterdi. Hemen herkes işgal altında düzenlenen Irak seçimlerinin bir fiyasko olacağını bekliyordu. Oysa Irak halkı, (Saddam'ın sosyalist/koyu milliyetçi/otoriter Baas rejiimine özlem duyanlar hariç) sandıklara koştu. Yaşlı Şii nineler çarşafları içinde, Kürtler halay çekerek oy verip parmaklarını mor mürekkebe batırdılar. Baasçı/El-Kaideci "direnişçiler"in "oy verirseniz, ölürsünüz" şeklindeki tehdidine kulak asmadılar.
Peki neden oy verdiler? "Amerikan kuklası" oldukları veya olmak istedikleri için mi? Elbette hayır. Demokrasi istedikleri için. Osmanlı'nın çöküşünden bu yana azınlık iktidarı ile yönetilen bir diktatörlükte ilk kez "Yeter, Söz Milletindir" diyebilmek için...
Neden Burada Değil?
Hayalet Irak'tan sonra belli-belirsiz de olsa Suudi Arabistan'da da gözüktü. Çöl bedeviliğini petrol zenginliğiyle birleştirip iyice çiğ ve çekilmez hale getiren bu baskıcı ve bağnaz rejimde, ilk defa '"seçim" yapıldı. Gerçi seçim sadece yerel yönetimle sınırlıydı ve kadınlar hala oy veremiyordu. Ama bu bir ilk adımdı. Suudiler, bir sonraki seçime kadınların da katılabileceğini söylüyor. Araba bile sürmelerine izin verilmeyen Suudi kadınları için, bu, devrimsel bir anlam taşıyor.
Hayalet Ortadoğu'da gezmeye devam ediyor. Filistin'de ilk kez "ebedi şef" Arafat dışında bir lider seçimle işbaşına geldi ve İsrail ile barış yapabilmek için kararlı bir tutum takındı. Mısır'ın "milli şefi" Hüsnü Mübarek ise, bir sonraki seçimde ilk kez başka adayların da kendisiyle yarışa girebileceğini duyurdu. Yani Mısır da demokrasi yolunda ilerliyor. Hayalet, dur durak bilmiyor.
New York Times yazarı David Brooks geçen haftaki "Neden Burada Değil" başlıklı yazısında, hayaletin ruhunu şöyle özetliyor:
"Günümüz dünyasının en güçlü sorusu bu: Neden burada değil? Doğu Avrupa'daki insanlar Batı Avrupa'ya bakarak sormuşlardı, 'neden burada değil' diye. Ukrayna'daki insanlar, Gürcistan'a bakıp sordular, 'neden burada değil' diye. Bugün ise Arap dünyasındaki insanlar, Irak'ta oy verenlere bakıyor ve soruyor: Neden burada değil?"
Lübnan: "Suriye Dışarı"
Demokrasi hayaletinin şu anki odak noktası ise Lübnan. Bu odaklanma, bir suikastle başladı. Ülkeyi demokratikleştirmeye ve Suriye'nin onyıllardır süren işgal ve tasallutundan kurtarmaya kararlı olan "Lübnan'ın Turgut Özal'ı", yani Refik Hariri, oldukça profesyonel bir bombaya kurban gitti. Hariri'yi bir önder ve sembol olarak gören Lübnanlılar, Suriye'yi protesto için sokaklara döküldüler. Merhum başbakanın bombalandığı yolda açılan kraterin kenarına çadırlar kurdular ve Suriye Lübnan'dan çekilinceye kadar burada kalmaya yemin ettiler. Halen de sokaktalar ve "Suriye dışarı" diye tempo tutuyorlar.
Peki Hariri'yi kim öldürmüştü?... Türkiye'de pek çok insan, "bu, Suriye'yi köşeye sıkıştırmak isteyen Amerika/İsrail ekseninin işidir" cevabını yapıştırdı. İyi de, Lübnanlılar, Hariri'nin ailesi başta olmak üzere, hiç de öyle düşünmüyor. Aksine Suriye'yi suçluyorlar. ABD'nin Ortadoğu politikasını kıyasıya eleştiren, İsrail'le arası hiç de iyi olmayan Fransa da aynı kanıda. Bu nedenle Bush ve Chirac, Suriye'nin Lübnan'dan çıkması için ortak çağrıda bulundu.
Elbette oturduğumuz yerden suikastin failini ilan etmek mümkün değil. Ama "Suriye ekseni" dışında herkes Suriye'ye işaret ederken, bunun aksinde ısrar etmenin de bir rasyonalitesi yok. Şam tabi ki "suikastle ilgimiz yok" diyor. Aynı Şam'ın, 15 yıldan fazla bir süre PKK'ya ve sahipliğini yaptığını ve Türkiye'nin her şikayetinde "Apo da kimmiş, hiç haberimiz yok" gibisinden pişkince cevaplar verdiğini hatırladığımızda ise, söz konusu "beyan"ın değer taşımadığı ortaya çıkıyor.
Suriye Rejimiyle Dayanışmak?
Peki tüm bunlar olurken "bir grup Türk aydını"nın, Suriye'yle dayanışma ifadesi olsun diye "kahve içmek için Şam'a gitmelerine" ne demek lazım?
Radikal yazarı Nuray Mert hanımın öncülüğünde düzenlendiği anlaşılan bu "Şam ziyareti", Cengiz Çandar, Hadi Uluengin ve Mehmet Y. Yılmaz'ın sütunlarında gayet isabetli şekilde eleştirildi son günlerde.
Ben de Nuray hanımın iyiniyet ve cesaretine saygı ve sempati beslesem de, iki çift laf etmekte yarar görüyorum.
Acaba söz konusu "Şam ziyareti" hangi amaca matuf? Ziyaretçiler bunu, "Suriye halkı ile dayanışma" çerçevesi içinde izah ediyor elbette. Ancak ne yazık ki yaptıkları ister istemez "Suriye rejimi ile dayanışma"ya dönüşüyor.
Eğer Suriye demokratik bir ülke olsa, o zaman hem halkıyla hem de rejimiyle aynı anda "dayanışabilirsiniz." Ama diktatörlüklerde, ikisinden birini tercih etmek gerekiyor. Ve eğer halkı tercih ediyorsanız, o zaman rejimden uzak durmanızda fayda var.
Söz gelimi ben Kuzey Kore'nin veya Küba'nın halkına karşı gayet iyi hisler benimsiyorum. Ama dünyayı verseniz, onlarla "dayanışmak" için kalkıp da Havana'ya veya Pyongyang'a gitmem. SSCB döneminde de Kızıl Meydan'a "dayanışma gezisi" yapmazdım. O Kızıl diktatörlüğün kanı elime bulaşmasın diye...
Suriye rejiminin ise, saydığımız diktatörlüklerden aşağı kalır bir yanı yok. Evet Suriye'nin yeni lideri Beşar Esad, babasından daha ılımlı, açık fikirli. Ama babasının kurmuş olduğu Baasçı devlet örgütü, aynen duruyor. Suriye'nin yüzde 75'ini oluşturan Sünni Müslümanları onyıllardır demir yumrukla yöneten bir "Nusayri azınlık rejimi" aslında bu. 1982 yılında Humus'taki Sünni müslümanlara karşı yaptığı katliamı veya PKK'ya ve diğer pek çok terör örgütüne verdiği desteği unutmayalım. Klasik bir despot rejim bu.
İşte bu nedenle "Türk aydını"nın, Suriye rejimini değil halkını arkalaması ve "neden burada değil" sorusunu sorması gerekiyor:
Neden Suriye'ye değil?...
Bu soruyu hafife almayın. Demokrasiyi bir domino etkisiyle yayan, çok güçlü bir hayalet bu.
Hem bakarsınız bir gün gelir bize bile faydası dokunur. Çünkü biliyorsunuz demokrasimiz Ortadoğu'nun hayli ilerisinde olsa da, yeterli değil...