Yanıbaşımızda Yeni Bir Ülke Kuruluyor
[15 Şubat 2005 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Türkiye Irak'ı çoğunlukla "Kuzey Irak" perspektifinden görüyor. Bu görüşün açısını da "Kürt devletini" engellemek şeklinde özetlenebilecek, 90'lı yıllardan bu yana tekrar edilen "kırmızı çizgiler" belirliyor. Oysa meseleye biraz daha geniş baktığımızda, görülmesi gereken daha pek çok gerçek var.
-----------------
30 Ocak'ta yapılan seçimler, yeni Irak'ın miladıydı. Seçim öncesi yapılan yorumların çoğu karamsardı. Saddam yanlılarından ve El-Kaide çizgisindeki teröristlerden oluşan "direnişçiler", seçim sandıklarını cehenneme çevirme tehdidinde bulunmuşlardı. Ancak Irak halkının büyük bölümü, korkuya boyun eğmedi. Teröristlerin tehditerini değil, bütün Iraklıları oy vermeye çağıran Ayetullah Sistani gibi sağduyulu dini otoritelerin sözünü dinledi. Ve umulanın çok ötesinde bir seçim başarısı sağlandı.
Iraklıların yüzde 58'i oy kullandı. Birinciliği, Sistani'nin deyim yerindeyse "kutsadığı" Şii İttifakı (Birleşik Irak İttifakı), ikinciliği Kürt Cephesi, üçüncülüğü ise mevcut başbakan Allavi'nin önderliğindeki seküler "Irak Listesi" elde etti.
Elbette bu oldukça eksik bir başarı. Sünnilerin çoğu sandığa gitmedi. Bunda, direnişçilerin tehditleri ve Amerikalılar'a duyulan tepki kadar, ülkeyi 1924'ten beridir otoriter bir biçimde yönetmeye alışmış "Sünni kurulu düzeni"nin demokrasiyi içine sindiremeyişi de var. Sünniler biliyorlar ki, yeni Irak'ta hiç bir zaman egemen unsur olamayacaklar. O nedenle bazıları hala "eski rejim"in özlemi içinde.
Ancak seçimler, bu özlemin boşuna olduğunun bir işaretiydi. Bu nedenle, Sünniler arasında da sisteme entegre olma eğilimi başgösterdi. Seçim gününden bu yana Sünni ve Şii liderler arasında gizli görüşmelerin yapıldığı, pazarlıkların sürdüğü biliniyor. Eğer bu diplomasi başarıyla yürütülürse, bu yıl sonunda yapılacak asıl seçimlerde Sünniler'in de yüksek bir katılımı sağlanabilir. O zaman işleyen bir demokrasinin temelleri yerine oturmuş olacak.
Irak "Teokrasi" Olmayacak
Saddam döneminde Kürtler ve Şiiler iktidardan tümüyle dışlanmışlardı. Kurulan yeni Irak'ta ise nüfusun yaklaşık yüzde 65'ini oluşturan Şiiler, "asli unsur" haline geliyorlar. Şiiler'in en büyük partisinin isminin "Birleşik Irak İttifakı" (BIİ) olması, belki de bunun ifadesi: Şiiler "Şii" yerine "Irak" kavramına vurgu yaparak birleştirici bir mesaj veriyorlar.
Seçimlerde yüzde 48 oy alan BIİ'nin en büyük iki parçası, Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi ve Islami Dava Partisi. Birincisinin lideri olan Abdülaziz El-Hakim başbakanlık için düşünülmüyor, çünkü bir din adamı. Dava Partisi'nin lideri olan İbrahim Caferi ise bir tıp doktoru ve başbakanlığın güçlü bir adayı sayılıyor. Ancak belki ondan daha da güçlü olan bir aday var: Atom fizikçisi Hüseyin Şahristani. Şahristani'nin en büyük kozu, Büyük Ayetullah Ali Sistani'ye yakınlığı ve onun desteğine sahip olması.
BIİ'nin içinde, bir zamanlar ABD'nin gözdesi olan ancak sonradan Washington ile yolları ayrılan Ahmet Çelebi ve hatta bir ara Amerikan kuvvetlerine karşı savaşan "Mehdi Ordusu"nun lideri Muktada El-Sadr da var. Genç ve ateşli bir din adamı olan Sadr, Sistani gibi çok daha kıdemli mollalar tarafından "sakinleştirilmiş" ve koalisyon güçleriyle barış yapmaya ikna edilmişti.
Birleşik Irak İttifakı (BIİ), Şii Türkmenler'den de oy aldı. Hatta içinde Hıristiyanlar bile var. Önemli bir nokta BIİ'nin, İran'da olduğu gibi iktidarın din adamlarının ("molla"ların) elinde olduğu gibi bir "molla-krasi" hedeflemiyor oluşu. Söz konusu rejim, Humeyni'nin bir icadı olan "Velayet-i Fakih" doktrinine dayanıyor, oysaki Iraklı Şiiler arasında bu doktrine itibar eden yok. Ülkenin en önemli Şii otoritesi olan Ayetullah Sistani'nin, ülkeyi Humeyni gibi yönetmeye talip olmadığı, başka din adamları için de böyle bir rol biçmediği biliniyor. Ancak elbette Sistani "İslami değerler"e sahip bir Başbakan ve yönetici kadro istiyor.
BIİ dışındaki gruplarda ise "şeriat devleti" talebi ya zayıf ya da hiç yok. Sünnilerin İslam hukukunun uygulanması konusunda İslamcı Şiiler kadar ısrarcı davranmayacakları düşünülüyor. Kürtler'in de laik hukuk istedikleri zaten bilinen bir gerçek.
İşte bu nedenle kurulacak yeni demokratik Irak, tabi eğer kurulabilirse, İran gibi bir "şeriat devleti" olmayacak. İslami değerlere önem verilen ve saygı gösterilen, ancak İslam fıkhının hukukun tek kaynağı olarak alınmadığı bir rejim olacak. Belki "ılımlı İslam" denebilir.
Irak'ın En Güçlü Adamı: Ayetullah Sistani
Birleşik Irak İttifakı'nın ardındaki en büyük güç, aynı zamanda Saddam sonrası Irak'ın en güçlü adamı olarak kabul edilen, Büyük Ayetullah Ali el-Sistani. Sistani, çok büyük bir dini karizmaya sahip. Tek bir fetvası ile milyonlarca insanı sokağa dökebilecek olan ayetullah, Amerikan işgalinin başlangıcından bu yana sağduyulu davranarak Irak'ta barışçı bir ortamın kurulmasına çaba gösterdi. Sünni militanların Şii camilerine düzenlediği bombalı saldırılara karşı "misilleme" yapılmasını yasaklayarak, iç savaşın önüne geçti.
30 Ocak seçimleri ise, Sistani'nin "her Iraklı oy vermelidir, kadınlar, kocaları izin vermese bile sandığa gitmelidir" fetvası üzerine mümkün oldu.
Sistani'nin büyük karizmasının bir nedeni, mütevazi yaşamı. Necef'teki evinde lüksten tamamen uzak, adeta fakir bir hayat sürüyor. Günlük menüsü çoğunlukla yoğurt ve pilavdan oluşuyor. İşgalin ilk günlerinde, halkın yiyecek bulmakta zorluk çektiği sıralarda Sistani hastalanıp ateşlenmiş. Bir yardımcısı kendisine meyve suyu getirince Sistani ona "halk yiyecek bir şey bulamıyor, sen bana meyve suyu mu getiriyorsun" demiş ve bunu aç çocuklara götürmesini emretmiş. Sistani'nin evindeki klima bozulduğunda, yardımcıları yeni bir klima almışlar. O ise bunu reddederek eskisinin tamir edilmesinde ısrarcı olmuş, yeni klimayı ise fakir bir ailenin evine taktırmış.
Sistani bugüne kadar Amerikalılarla yüzyüze görüşmeyi reddetti. Ancak Amerikalılar aracılar yoluyla kendisine mesaj gönderiyor veya danışıyorlar. Irak'ta böyle bir "bilge" olduğu için de çok mutlular.
Amerikalılar Ne Zaman Çekilecek?
Başta Irak'taki Sünniler olmak üzere pek çok kimse koalisyon güçlerinin Irak'tan bir an önce çekilmesini istiyor. Bu yüzden de Washington'dan "çekilme takvimi"ni açıklamasını talep ediyorlar. Amerikalılar ise, böyle bir takvim açıklandığı takdirde, Sünni direnişlerin ve Irak El Kaidesi'nin bunu fırsat bileceğini, geri çekilme yaklaştıkça daha fazla eylemde bulunarak kurulmak istenen demokratik rejimi baltalayacaklarını söylüyor.
Bu yüzden Washigton "takvim temelli" bir çekilme değil, "durum temelli" bir çekilmeden yana. Yani, Amerikan (ve diğer "koalisyon") güçlerinin Irak'tan çekilmesi, ülkedeki "durum"un düzelmesinne, demokratik sistemin işlerlik kazanmasına bağlı.
Kırmızı Çizgiler Ne Kadar Gerçekçi?
Türkiye Irak'ı çoğunlukla "Kuzey Irak" perspektifinden görüyor. Bu görüşün açısını da "Kürt devletini" engellemek şeklinde özetlenebilecek, 90'lı yıllardan bu yana tekrar edilen "kırmızı çizgiler" belirliyor. Ve aynı çizgiler, Türkiye ile Kuzey Irak liderleri arasında sık sık söz düellosuna sebebiyet veriyor.
Oysa meseleye biraz daha geniş baktığımızda, görülmesi gereken daha pek çok gerçek var. Bunlardan biri, kurulan yeni Irak'ta Kürtlerin sisteme hayli entegre oluşları. Kürtler oy sandıklarına herkesten önce koştular. Ulusal Meclis'teki sandalyelerin yüzde 25'ine sahip olacakları hesaplanıyor. Kürt lider Celal Talabani'nin Cumhurbaşkanı olması, yüksek bir olasılık.
Bütün bunlar, Kürtlerin Irak'ın gönüllü bir parçası haline geldiklerini gösteriyor. Saddam döneminde Kürtler Bağdat'taki yönetimden ve dolayısıyla "Irak"tan nefret ediyorlardı. Bugün ise Kürtlerin ellerinde Irak bayrakları var. Artık Irak, onların da ülkesi. Bu, "Irak'ın toprak bütünlüğü" konusunda endişeli olan Ankara için iyi bir haber.
Ancak Ankara, kurulmakta olan yeni Irak'ın "federasyon" olmasından da endişe ediyor. Böyle bir federasyon gerçekten de yüksek bir olasılık. Ancak görmemiz gereken iki önemli nokta var:
1) Türkiye'nin, Irak'ın nasıl yönetileceğini belirleme hakkı yok. Amerikalılar "Irak, Iraklıların işi" derken, yanlış bir şey demiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti'nin idari yapısını belirlerken biz nasıl Iraklılar'a danışmıyorsak, Iraklılar da bize danışmak durumunda değiller.
2) Kuzey Irak'da "Kürt federe yönetimi" kurulması, Türkiye için bir emsal teşkil etmez. Çünkü Irak'taki Kürtler, sadece ülkenin kuzeyinde yaşıyorlar ve daha güneydeki Arap çoğunluk ile çok az entegre olmuş durumdalar. Oysa bizim Kürt vatandaşlarımız, Türkiye'nin dört bir yanındalar. Kürtlerin yarısından çoğu, "güneydoğu"nun dışında, Türkiye'nin batısında yaşıyor. Dahası ülke ekonomisine, kültürüne, kimliğine hayli entegre olmuş durumdalar. Dolayısıyla Türkiye hiç bir zaman "federasyon" olamaz. Ankara'nın asıl olarak bu gerçeğe vurgu yapması lazım.
Peki Irak'ta bugün "federasyon" olursa, uzun vadede "bağımsız Kürt devleti" de olabilir mi?
Buna kesinlikle "hayır" cevabını vermek mümkün değil. İngiliiz The Guardian gazetesi yorumcusu Jonathan Steele de, eğer Kürtler Kerkük petrolleri üzerinde, bunların gelirini kendi federal bölgeleri ile sınırlayan bir çözümde ısrar ederlerse, güneydeki Şiiler'in de Basra petrollerini alarak karşılıklı bir "al-ver" içine girebileceklerini söylüyor. Bu durumda, Sünnilerin kontrolündeki orta Irak, hem kuzeydeki hem de güneydeki petrol kuyularının gelirlerinden yoksun kalacak. Böylesi bir Irak'ın uzun vadeli yaşamı mümkün olmayabilir. Ve, uzun vadede, bir "Kürt Devleti" doğabilir.
Ama böyle bir durumda da, o devlet ile husumet mi, yoksa iyi ilişkiler içinde mi olmak Türkiye için daha iyidir? Bu, üzerinde düşünmemiz gereken bir soru.
Üzerine Düşünmemiz Gereken Sorular
- Kuzey Iraklı Kürtlerin, "self-determinasyon" olarak bilinen meşru ilkeye dayanarak, bağımsızlık talebinde bulunmaları, bir "savaş sebebi" midir?
- Türkiye böyle bir "savaş"a giriştiğinde, bütün dünya, "başka bir ülkenin insanlarının verdiği karar sizi ne ilgilendirir" demeyecek midir?
- Dahası eğer bir gün bir "Kürt Devleti" kurulursa, Türkiye için o devletin "korkulu rüyası" mı, yoksa dostu mu olmak daha doğrudur?
- Ve en önemlisi Türkiye'nin Kürt vatandaşlarının kalbini kazanmak, "Iraklı Kürtlerin korkulu rüyası" haline gelerek mümkün müdür?
Şiiler'in Amerika'yı Keşfedişi
Türkiye'de 11 Eylül sonrasında ABD'nin İslam'a karşı bir "Haçlı Seferi" başlattığı düşüncesi, bazen çeşitli kalemler tarafından dile getiriliyor. Bu komplo teorisi, ABD'nin El Kaide'ye ve onunla paralel düşüncedeki akımlara savaş açarken, şiddete karşı olan Müslümanlara olumlu yaklaştığını göz ardı ediyor. Göz ardı ettiği bir diğer gerçek ise, Şiiler. İran'ın nükleer silah programından doğan gerilim bir yana, genel olarak 11 Eylül sonrası dünyanın Şiiler için hayli memnun edici olduğunu söylemek mümkün. "Shia News" (Şii Haberleri) adlı internet sitesinde Pakistanlı Şii yazar Zafar Hashmi şöyle diyor:
"11 Eylül sonrasında dünya tersine döndü... Afganistan'daki korku rejimi sırasında binlerce Şii'yi katletmiş olan Taliban, dağlardaki mağaralarına çekilmek zorunda kaldı... Taliban rejimi o kadar zalimdi ki, yaklaşık 60 bin Şii'nin kanına girmiş, Taliban liderleri yüzlerce Şii kızını cariye diye köleleştirmişti.
Taliban'ın yıkılmasından sonra, tarihte en çok Şii kanı dökmüş zalim olan Saddam Hüseyin'in diktatörlüğü de yıkıldı. Bugün Afganistan'da ve Irak'ta Şiiler uzun zamandır ilk kez öldürülme veya hapse atılma korkusu duymadan ibadet etme özgürlüğüne sahipler."
Irak'taki Şiilere yönelik saldırıların halen El Kaide çizgisindeki fanatik Sünnilerden geldiğini belirten yazar, Şiiler'i Saddam ve Taliban'dan kurtarmış olan ABD'yi ise şöyle değerlendiriyor:
"Irak'taki Amerikan işgali hakkında ne düşünürsek düşünelim, bu ülkeye barış ve istikrar getirmek için koalisyon güçleriyle ortak hareket etmeliyiz. Amerika'nın Irak'ta 130 bin askeri var. Eğer Amerika bugün bu askerleri çekse, Irak yeni bir Taliban Afganistan'ı olur ve El Kaide'nin sapkın cihatçıları Şiileri hedef alır... Artık 'Amerika'ya Ölüm' sloganını terk etmemiz gerekiyor. Bu gibi boş sloganlarla bugüne kadar hiç bir şey elde etmedik."
Amerikalı gazeteci Stephen Schwartz ise, ABD'de yaşayan önde gelen bir Şii şahsiyetten şu sözleri aktarıyor:
"Ben Başkan'a 'İmam Bush' diyorum. Allah'a inanan bir insan. Dahası Kerbela'yı ve Necef'i kurtarıp ibadetimize açtı. Şiiler için kimsenin yapmamış olduğu büyük bir iyilik bu."