Türkiye'nin Dini Özgürlükleri Genişletmesi Gerek
[17 Ocak 2005 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Misyonerlere düşmanlıkta, Rahşan Ecevit, Doğu Perinçek veya Haydar Baş gibi isimleri bir arada görmek mümkün. Farklı kökenlerden gelseler de, devletin din üzerinde egemenlik kurmasını savunmakta birleşiyorlar. Oysa AB ülkelerinin sahip olduğu laiklik anlayışı, daha ziyade devletin dinden ayrılmasını, dinin de devletten özgürleştirilmesini gerektiriyor.
-----------------
Türkiye'nin AB'ye üyelik süreci bizim gündemimizin tepesine oturduğu gibi, Avrupa'daki tartışmaların da odak noktası haline gelmiş durumda. Türkiye'nin Birlik'e üyelik süreci ve bunun olası sonuçları hakkında, hararetli tartışmalar kadar akademik araştırmalar da yapılıyor. Bu ikincisinin yeni bir örneği, İsveç'in başkenti Stockholm'deki "Avrupa Siyasası Çalışmaları Hakkında İsveç Entitüsü"nünden (Swedish Institute for European Policy Studies) geldi.
Kısa adı SIEPS olan kurum, geçtiğimiz Aralık ayında Türkiye'nin AB macerasını derinlemesine inceleyen bir rapor yayınladı. "Türkiye'nin AB Üyeliğinin Politik Dinamikleri: Bir Avrupalı Başarılı Öyküsü mü, Yoksa AB'nin En Tartışmalı Genişlemesi mi?" başlıklı ve 70 sayfalık çalışma, enstitü üyelerinden Kirsty Hughes'ın imzasını taşıyor. Ve dikkate almamız gereken önemli yorum ve belirlemeler içeriyor.
Avrupa'nın "Soft Power"ı
SIEPS raporunun Türkiye açısından genel olarak olumlu olduğunu söylemek mümkün. Raporda Türkiye'nin son yıllarda başardığı reformlar övülüyor ve AB'nin bundaki motive edici gücünün, bir "soft power" örneği olduğu belirtiliyor.
Zaten Avrupalılar özellikle de ABD'nin Irak Savaşı'ndan bu yana, aslında Amerikan icadı bir terim olan "soft power"ı (yumuşak güç) kendi politikalarını tanımlamak için sıkça kullanıyorlar. Örneğin İngiltere'nin önde gelen entellektüellerinden biri olan Timoty Garton Ash, geçenlerde The Guardian gazetesindeki bir yazısında ABD'nin Irak'taki, "silah yoluyla demokrasi getirme" politikasını eleştirmiş, buna karşılık AB'nin "soft power" kullanarak Ukrayna ve Türkiye'de demokratikleşme süreçlerini teşvik ettiğini yazmıştı.
SEIPS raporunun dikkat çekici bir özelliği, çoğu Avrupalı'nın zihninde yer alan "Türkler geliyor" endişesini yatıştıracak argümanlar sunması. Rapor, özellikle Avrupalılar arasında hayli yaygın olan "Türkiye'nin nüfusu çok fazla" yargısını paylaşmıyor. Türkiye'nin büyük nüfusunun AB kurumlarının dengesini bozmayacağını, hatta Almanya'yı "dengeleyici" bir unsur olacağını söylüyor. Bu konudaki yorum şöyle:
"Bugün 25 üyeli AB içinde Almanya nüfusa bağlı oy oranında % 18.1'lik bir paya sahip. Bunu % 13.2 ile Fransa, % 13 ile İngiltere izliyor. 2015 yılında Türkiye'yi de içeren 28 üyeli bir AB ortaya çıkarsa, Almanya % 14.5'lik bir oy oranına sahip olurken, Türkiye % 14.4, Fransa ve İngiltere ise yaklaşık % 11.0'lık paylara sahip olacaklar. Aslında Almanya'nın oy ağırlığının bu şekilde azaltılmasıyla, sistemin daha dengeli hale geleceği söylenebilir."
Bu nüfus oranının Avrupa Parlamentosu'na nasıl yansıyacağı da raporda değerlendirilmiş:
"Hesaplara göre hem Almanya hem de Türkiye Parlamento'da 84 sandalyeye sahip olacak. Bu durumda Almanya'nın sandalye oranı, % 13.5'ten 11.2'ye inmiş olacak. Türkiye'nin üyeliğe kabul edilişi, Bakanlar Konseyi'nde de, buradaki en büyük paya sahip ülkenin (Almanya'nın) payını azaltacak. Dolayısıyla bu alanda da Türkiye'nin kabul edilişi, AB'ye bir dengesizlik getirmeyecek."
Ekonomik Maliyet: 10-20 Milyar Euro
İsveç think-tank'inin Türkiye'nin AB'ye üyeliği konusundaki maliyet hesabı da dikkat çekiyor. "Eğer Türkiye AB'ye 2015'te üye olursa," deniyor raporda, "bunun Birlik'e ilk üç yıldaki maliyeti 45 milyar euro'yu bulacaktır." Ancak bu rakamın, "mevcut politikalar değişmediği takdirde" geçerli olduğu, oysa AB'nin giderek daha az cömert bir yaklaşıma doğru kaydığı belirtiliyor. Bu nedenle Türkiye'nin maliyeti konusunda ilk üç yıl için sunulan öngörü 10 ila 20 milyar euro.
Kürt Sorunu'nda Durum
SIEPS raporu, Türkiye'nin Kürt sorunu konusunda önemli adımlar attığını, Kürt vatandaşlar üzerinde onyıllardır süren kısıtlama ve yasakların kalktığını överek belirtiyor. Ancak yapılması gereken daha çok şey var; özellikle de uygulama alanında. Raporda, şöyle deniyor:
"Güneydoğu'daki ortam hala sıkıntılı. Hala yoğun bir askeri varlık göze çarpıyor ve Hakkari ve Van gibi şehirlerde, bundan 1-2 yıl önce şehir merkezinden çıkmış olan askeri araçların yeniden şehre döndüğü belirtiliyor. Bu askeri birlikler, bireyler ve taşıtların geçmek zorunda oldukları yeni kontrol noktaları kuruyorlar. İşkence ve kötü muamele duyumları gelmeye devam ediyor ve çoğu insan, Erdoğan hükümetinin, işkenceye sıfır tahammül politikasını bölgede uygulamaya koymak için gerekli adımları tam olarak atmadığını, bu konuda bölgedeki ordu ve emniyet yetkililerini sorgulamakta zayıf veya çekimser davrandığını düşünüyor. Korkulan o ki, yeni çıkarılan kanunlara saygı gösterilmesi sağlanmadıkça, polis ve jandarmanın davranışı ve mantalitesi çok az değişecek. Bazı avukatlar hala gözaltındaki müvekkileri ile görüşmekte zorluk çektiklerini ve yerel insan hakları örgütleri de kayda değer yasal zorluklar ve polis gözetimi ile karşı karşıya kaldıklarını bildiriyorlar."
Tarif edilen bu tablo da gösteriyor ki, Kürt sorunu Türkiye'nin önünde çok kritik bir mesele olarak durmaya devam ediyor. Bunun üniter devlet yapısı içinde kültürel çoğulculuk temelinde çözüme kavuşturulması şart. Hükümet bu konuda devrimsel yasal adımlar attı; bu adımların uygulamaya geçirilmesi çok önemli. Kürtlerin ise, "federasyon" gibi hiç bir gerçekçi temeli olmayan hayali formüllerden ve PKK'nın meşrulaştırılması gibi taleplerden vazgeçmeleri ve ortak bir kültür, tarih ve dinle bağlı oldukları Türkiye geneline entegre olmayı kabul etmeleri gerekiyor.
"Türk Laikliğinin Avrupa'da Benzeri Yok"
SIEPS raporunun önemli bir bölümünü ise, Türkiye'nin insan hakları ve demokrasi konusundaki tablosu oluşturuyor. Türkiye'nin bu alanlarda AKP hükümeti liderliğinde çok önemli adımlar attığı belirtilse de, henüz istenen düzeye ulaşılamadığı da vurgulanıyor.
Üzerinde durulan ilginç noktalardan biri, son 20 yıldır Türkiye'deki toplumsal tartışmaların değişmez konu başlığı olan "türban özgürlüğü". SIEPS raporunda, bu özgürlüğün tüm kamusal alana yayılması gerektiği savunuluyor. İnsan Hakları Örgütü'nün (Human Rights Watch), türban yasağını bir kadın hakları ihlali olarak belirlediği ve kıyafet tercihleri her ne olursa olsun tüm kadınların eşit eğitim hakkına sahip kılınması çağrısında bulunduğu hatırlatılıyor. Ve şöyle deniyor:
"Özetle, üniversitelerde, parlamentoda ve resmi binalarda başörtüsünün yasaklanmaya devam etmesi, çalışan kadınlar üzerinde son derece ileri boyutlarda bir ayrımcılık yaratmaktadır ve bunu laikliğin belirli bir yorumunun yansıması olarak almak mümkün değildir."
Raporda "Türk laikliğinin AB üyesi ülkelerin hepsinden daha katı olduğu" da belirtiliyor. Ve bunun böyle kalmasının uzun vadede mümkün olmayacağına işaret ediliyor:
"Türkiye'nin laiklik ve çok kültürlülük konusundaki sorunlarını çözümlemesi, AB'ye girmesi için öne sürülen şartlar arasında yer almıyor. Ama yine de, özellikle de AB müktesebatı (acquis communautaire) içinde yer alan ve işyerlerinde hiç bir din, entisite, yaş, cinsel eğilim ve özürlülük ayrımı gözetilmemesini öngören bölümlerle yüzyüze kalan Türkiye, AB'ye üyelik sürecinin, sahip olduğu bazı katı laiklik yorumlarını değiştirmesi için baskı unsuru haline geleceğini görebilir.
"Türkiye'nin Dini Özgürlükleri Genişletmesi Gerek"
Bu yorumun devamında, Fransa'daki laiklik anlayışının AB genelini temsil etmediği, kaldı ki Türkiye'deki laiklik uygulamalarının türban gibi konularda Fransa'nın bile çok daha ötesinde kısıtlamalar getirdiği belirtilerek, bunun "çağdaş dünya" normlarının dışında kaldığı anlatılıyor:
"Nitekim Avrupa Parlamentosu'nda ayrımcılık konusunda liberal görüş giderek daha ağır basmaktadır. Avrupa Birliği laik bir yapıdır ve dini (özellikle Hıristiyan) referansları yeni anayasal anlaşmasına ekleme yönündeki girişimler reddedilmiştir. Ama AB, aynı zamanda da çoğulculuğu ve ayrımcılıktan kaçınmayı öngören bir laiklik anlayışına sahiptir. Bu bileşim, AB ile ilişkileri geliştikçe Türkiye'yi de etkileyecektir. Ve muhtemelen bu etki, Türkiye'nin katı laikleri ile tutucu İslamcıları için rahatsız edici olabilir."
Nitekim sözkonusu "rahatsız ediciliği" bugünlerde açık bir şekilde görüyoruz. Türkiye'de dinler üzerindeki baskıların kalkması ve İslam'ın hem de Hıristiyanlık gibi başka dinlerin daha geniş ifade ve ibadet özgürlüğü bulması, hem "katı laikleri" hem de sırtını otoriter siyasi kültüre yaslamaya alışmış bazı "İslamcı" çevreleri rahatsız ediyor.
Misyonerlik üzerine yapılan tartışma, bunun en son örneği. Misyonerlere düşmanlıkta, Rahşan Ecevit, Doğu Perinçek veya Haydar Baş gibi isimleri bir arada görmek mümkün. Farklı kökenlerden gelseler de, devletin din üzerinde egemenlik kurmasını savunmakta birleşiyorlar. Oysa AB ülkelerinin sahip olduğu laiklik anlayışı, daha ziyade devletin dinden ayrılmasını, dinin de devletten özgürleştirilmesini gerektiriyor. Yani misyonerlik de, "İslam yayma dernekleri" de serbest olmalı...
Bu özgürlüklere direnmek, Türkiye'nin AB sürecine direnmekle eş anlamlı. Ve dahası "muasır medeniyet"in ilkelerine aykırı. Bir diğer deyişle, bir tür "irtica"...
2015'e Dört Senaryo
İsveç enstitüsü SIEPS, 2015 yılında nasıl bir Türkiye ortaya çıkacağını bugünden kestirmenin çok zor olduğunu vurguluyor. SIEPS raporunda, dört aynı alternatifin mümkün olduğu ileri sürülmüş:
Senaryo 1: İdeal Bir Demokrasi
Bu senaryoya göre Türkiye 2015 yılında modern, dinamik, çoğulcu bir ülke olabilir. SIEPS'e göre bunun gerçekleşmesi için "laik/dindar çatışmasının daha gevşek bir laiklik ve kültürel çoğulculuk temelinde çözülmüş" olması, Kürtlerin ve diğer etnik veya dini grupların kültürel özgürlüklere tam olarak kavuşması, ve Türkiye'nin güçlü bir ekonomiye sahip olması, gerekiyor. Eğer bunlar gerçekleşirse, SIEPS'e göre, Türkiye "diğer bazı Avrupa ülkeleri için örnek bir ülke" bile olabilir.
Senaryo 2: Normal Bir Demokrasi
SIEPS'in bu ikinci senaryosu, birincindeki hedeflerin çoğunun gerçekleştiği, ancak bazı yönlerde hala eksikler kaldığı ve tartışmaların devam ettiği bir Türkiye. Örneğin işkence olaylarının üzerine ısrarla gidiliyor, ama hala bazı "münferit vaka"lar var veya yolsuzluk büyük ölçüde dizginlenmiş ama hala bazı skandallar yaşanmaya devam ediyor.
Senaryo 3: Zayıf Bir Demokrasi
Bu senaryo, aslında statükonun pek değişmeden devam etmesi gibi bir durumu yansıtıyor. SIEPS raporunun ifadeleriyle, "hala yaygın bir yolsuzluk hakim, ve medyada, üniversitelerde ve siyasi hayatta fikir özgürlüğü kısıtlamaları devam ediyor. Dini özgürlükler hala kısıtlı ve katı bir laiklik uygulaması zorla dayatılıyor. Ordu siyasetten elini çekmiş olsa da, arada bir 'güçlü demeçler' vererek rolünü hissettiriyor. AB baskısı hala önemli bir etken olsa da, giderek zayıflıyor."
Senaryo 4: Demokrasinin Gerilemesi
Bu, SIEPS'e göre 2015 yılında varılabilecek en kötü Türkiye tablosu: "AB süreci askıya alınmış durumda, demokratik kazanımlar geri çevrilmiş ve ifade özgürlüğüne yeni baskılar getirilmiş. Milliyetçiler, tutucu dinciler ve siyasi aşırılar, güçlenmiş durumdalar. Laiklik-İslam tartışması çözülememiş durumda ve önemli bir gerilim kaynağı olmayı sürdürüyor. Güneydoğu'daki çatışma yeniden başlamış durumda ve komşu Irak'ta devam eden iç savaştan da güç buluyor."
Bu senaryoları sıralayan SIEPS raporu, yüreklere su serpecek bir biçimde, ilk ikisinin daha olası olduğunu belirtiyor. Umarız rapordaki bu öngörü 2015 yılında doğrulanır ve o zaman gerçekten çok daha demokratik, özgür, gelişmiş ve huzurlu bir Türkiye ortaya çıkar.